28 Şubat 2013 Perşembe

Çorba Makinesi

Çorba yapma makinesi mi ne çıkmış... Sanayileşmenin son giyotini dedim sonunda. Ne yani ben annemin yaptığı, bol limonlu süzme mercimek çorbasını içemeyecek miyim? 3 saniyede mi olacak bu çorba? Bazen Terminatör gerçek olsun istiyorum. Makineler dünyayı ele geçirsin. İşe önce mutfak robotları, çorba makinelari, bir de cola otomatları başlasın...

Müzik Sen De Olmasan



Eleni Karaindrou

Müsvedde


yazıp çizilen, silinip aniden
tekrar yazılan, inadına çizilen
boş cinnet mevsimi
belki de uyandığımız ılıman
lekeli, mavi pazartesiler

nasılsa yok sayılan
telefon kulübesine ait şiirler
duyamaz nasılsa
kulağı kesik güvercinleri
realize eden resimler

ah bu gökyüzün gösterişsiz cinayetlerin
alçıya alınmış ruhumla
arka pencereden izlediğim
kurgusu ince ince örülen olay yeri

bak delinmiş uzay
bak delik deşik
sivri kalem uçlarıyla
ışık ışık
yokluktan sızıyorsun bak

yazıp çizilen, silinip aniden
tekrar yazılan, inadına çizilen
tozlu isim
belki de sustuğumuz kelamlar

Oscar

En İyi Film: Argo
En İyi Yönetmen: Ang Lee (Life Of Pi)
En İyi Erkek Oyuncu: Daniel Day-Lewis (Lincoln)
En İyi Kadın Oyuncu: Jennifer Lawrence (Silver Linings Playbook)
En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu: Christoph Waltz (Django Unchained)
En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu: Anne Hathaway (Les Misérables)
En İyi Uyarlama Senaryo: Argo (Chris Terrio)
En İyi Orijinal Senaryo: Django Unchained (Quentin Tarantino)
En İyi Yabancı Film: Amour
En İyi Görüntü Yönetimi: Life of Pi (Claudio Miranda)
En İyi Sanat Yönetimi: Lincoln
En İyi Animasyon: Brave
En İyi Belgesel: Searching for Sugar Man
En İyi Animasyon (Kısa Metraj): Paperman
En İyi Belgesel (Kısa Metraj): Inocente
En İyi Kısa Film: Curfew
En İyi Müzik: Life of Pi (Mychael Danna)
En İyi Şarkı: 'Skyfall' (Adele, Skyfall)
En İyi Görsel Efekt: Life of Pi
En İyi Kurgu: Argo
En İyi Ses Miksajı: Les Misérables
En İyi Ses Kurgusu: Zero Dark Thirty - Skyfall
En iyi Makyaj: Les Misérables
En İyi Kostüm: Anna Karenina


                                                 

İzlediğim en sıkıcı oscar töreniydi. Tebrikler... Zaten pek kaale almıyorum da keyif verici olabiliyor bazen. Neyse mevzu o değil. Yine kimsenin gönlü kalmasın şeklinde dağıtılan ödüller. Yine politikaya meze edilen sinema. Argo sildi süpürdü. Hepsini geçtim de saraya bağlanmak nedir? 

Aklımda kalanlar, Daniel Day Lewis'in konuşması, Set Mcfarlane'in bazı şakaları. Amy Adams, Skyfall. Kötü   vizyon döneminin kötü ödül töreni...







Leos Carax



Holly Motors ile çokça konuşulan, filmin yönetmeni Leos Carax'ın Altyazı dergisindeki ufak demeci dikkatimi çekti. "Yabancı Dilde Filmler" başlığıyla veriliyor bölüm. Kısa bir alıntı yaparsam;

Los Angeles Film Eleştirmenleri Birliği'nin Kutsal Motorlar'a verdiği 'Yabancı Dilde En İyi Film' ödülüne şöyle bir mesaj gönderiyor Carax;

"Merhaba, Ben Leos Carax, yabancı dilde filmlerin yönetmeni. Hayatım boyunca yabancı dilde filmler çektim. Aslında yabancı dilde filmler tüm dünyada çekiliyor, tabii ki Amerika hariç."(1)

Bu noktadan hareketle birkaç çıkarım yapabiliriz belki. Ya da birkaç anlaşılmaz dürtü. Örneğin, Oscarlar'da aynı kategori için neden böyle uğraşıldığı? Ya da Cannes ile Oscar arasındaki temel farklılık. Ortak dilin sinema olduğu alanlarda, festivallerde neden yabancı dil diye bir saçmalığa ihtiyaç duyulur? Carax, eyvallah...

((1): Altyazı - Şubat Sayısı)

24 Şubat 2013 Pazar

Önümdeki İki Kitap

Araya başkaları da girebilir de şimdilik;

Aldous Huxley
Cesur Yeni Dünya

Philip K. Dick
Karanlığı Taramak

Bilim kurgu candır... Neden gerçekle, sıradanlıkla yetinelim?


And The Oscar Goes Toooo


Şu çıplak şahıs için ne numaralar dönüyor. Ne kapital düzenler ne siyasal oyunlar. Eee sinema neresinde bunun? Bilmem ben. Yine gece uyuma izle seansı mevcut. Bu defa kalabalığız. Smokinimi kuru temizlemeden alsam iyi olacak :)

Sevmek

Birini sevmek, karanlığından başlamalı önce... Onu idrak etmeden aydınlığı anlayamazsın...

Damien Rice



Upsss...

Hişt Hiştttt


Bu sene tiyatro keyfim alıp yürüdü adeta. Hiç boş oyuna rastlamadım. İzlediğim her oyun farklı unsurlarıyla ruh halime tesir etti. 
"Meraklısı İçin Öyle Bir Hikaye" samimi yapısı yer yer interaktif özellikleri, oyunculukları, söylemleri ve tabii Sait Faik ile çok beğendiğim bir oyun oldu. Bir Savaş Dinçel uyarlaması olan oyunda, Dinçel'i izlemek kısmet olmadı. Fakat Naşit Özcan da gayet iyi bir oyunculuk göstermiş.
Çizgisi, Sait Faik öykülerine benziyor oyunun. Hüzün ile sevincin birbirine geçtiği bir anlatı.
Oyunun geleneğidir bilen bilir. Oyun sonunda yapılan bir çekilişle Sait Faik büstü bir izleyiciye armağan edilir. Bana çıkmadı... Oyuna tekrar tekrar gitmek için bahanem hazır.

(bir semaver, sarnıç okuma anı)

Pieta



"Pieta"...

Duk sinemasına ilk defa yakınlaşacak seyirciler için doğru bir tercih olmayabilir "Pieta". Zira yönetmenin filmografisinde belki biçimsel anlamda değil ama öykü anlatımı anlamında ufak tefek farklılıkar barındıran bir film oldu izlediğim.

Sert bir intikam öyküsü sunuyor "Pieta". Sindirilmesi aman aman kolay değil. Duk'un hemen hiçbir filmi rahat sindirilmez zaten. Sizinle uzunca bir müddet yürür gelir. Yönetmenin Fransa'da sinema (ya da güzel sanatlar) okumasının uzantılarını görsel anlamda görmek mevcut. "Pieta" dışında çoğunlukla bu izlenime kapılmıştım. Fakat bu filmde böyle bir izlenim edinmedim.

"Acı" filmi Kore Sineması'nın vazgeçilmez tematiği intikam olgusu nedeniyle pek çok filmle karşılaştırılabilir, benzeşlik kurulabilir. Fakat ayrıldığı noktalar filmin alttan alta işlediği, yalnızlık, sevgisizlik, iletişimsizlik, kapital yerleşim kültürü, sanayi toplumu gibi olgular göz ardı edilmemelidir. Sanırım Duk'un şiddetle alakalı seçimlerinin iş makinelerinde (çoğunlukla) olması bilinçli bir seçimdir. Ayrıca, kıyısından köşesinden, çevresel, bireysel gelişim faktörleri, suç nedenleri de tartışmaya açılır. Böylece film estetik veya stilize bir şiddet gösterisi vaad etmez.

Ayrıca, filmi basit bir intikam öyküsü olarak da görmedim. Tam tersine, bir merhamet hikayesi anlatıyor. Konusunu sömürmüyor, izleyiciye saygı duyuyor. 
Duk atmosferine alışık olanların kesin izlemesi gereken bir yapım. Diğerleri içinse bir Duk filmi izledikten sonra 

"Pieta"nın seyredilmesi tavsiyedir...

Sinemada İlk Filmler

Sevdiğiniz yönetmenlerin yeni filmlerini sinemada izlemek gibi yoktur. Özellikle bu o yönetmenle sinemada ilk buluşmanızsa. Bir heyecan sarar. Tedirgin olursunuz hatta, gerekli özeni göstererek sinemaya gidersiniz. Hiçbir hava şartı sizi engelleyemez. İzlediğiniz film ise yönetmenin filmografisinde ayrı bir yerde durur böylece.

Alejandro Gonzalez I.
Biutiful

Darren Aranofsky
Black Swan

Christopher Nolan
Batman Begins

Stevin Spielberg
Catch me if you can

Ki Kim Duk
Pieta

(Sar gözlerimdeki film şeritlerini başa, sar sar... )

18 Şubat 2013 Pazartesi

Konuk Yazar;

Evet, konuk yazar geleneğini başlatıyorum. Heyecanlıyım bu yüzden... Fazla laf kalabalığı yapmadan aradan çekiliyorum.

                                                                  Ki Duk Kim      

                                   

                                    Sen 20 Aralık 1960 da ışınlan gezegenimize...
Git tarım eğitimi veren okulda oku hatta okuyama, maddi yetersizlikler seni okulundan etsin, sonra bir fabrikada işçi olarak çalış, yirmi yaşında deniz kuvvetlerine zıpla ve iyi bir asker ol, insanları gözle ama magazinsel gözle değil “kimsel” gözle... Budistlik yap sonra mesela... Sorgula, sorgula, sorgula...
Otuz yaşına gel, al Fransa’ya ışınlanan bir bilet, orada yaptığın resimleri sat, aşını buradan sağla. Senaryolara uzan, yaz babam yaz. Yarışmaya katıl ve tam iki ödül birden kazan. Eh bak sen şu feleğin işine, Zaman gelsin, devrinin en ulu yönetmenlerinden biri ol.
Tam fırsatı! Anlat mevsimlerin ne olduğunu; ilkbahar, yaz, sonbahar, kış ve yine ilkbahar... Sor sonra ne değişti? Şiir gibi anlat bunu ama... Böyle, film neymiş göster onlara!
Aman ha! Burcunun özelliklerinden bahsetmeyi es geçme. Zira bazıları pek önemser bunu, öyle ya herkese de ulaşmalısın, herkes varmalı senin varlığının bilincine. Yay bir masaldır de onlara, en güzel renklerle süsleyerek yap bunu.
Dünya türler yuvası, envai çeşit insan var. Seç bir kızı. Dünya... Haliyle envai çeşit olay, duygu vs barınağı. En güzellerinden birini seç, mesela fedakarlıktan bahset. Neler olmuş Fedakar Kız’ın dünyasında... Kimsel açıdan sun bize bunu.
Düşe daldığımız dünyayı görmezden gelme. Rüyaları en iyi sen yorumlarsın. Kelebekleri de atlamazsın elbet, en dolu yaşayan organizmaları... Dünyanın sonunu kanatlarında taşıyan ve buna rağmen korku değil de tebessüm dağıtan canlı şubelerini...
Uyandığımızda boğuluyorsak, tıkanıyorsak; adım adım göster bize nasıl Nefes alırdık. Mevsim mevsim olsun, hikayeleştir ve şarkılarla beze baştan sona...
Hayatı bu kadar dolu yaşayınca gör ve de ki: Hepimiz kilitlerimizin açılmasını bekleyen birer Boş Ev’iz.
Güney Kore’nin bize sunduğu en büyük güzelliktir kendisi.
Filmografi:
Crocodile (1996)
Wild Animals (1997)
Birdcage Inn ( Blue Gate)(1998)
The Isle (2000)
Real Fiction (2000)
Address Unknown (2001)
Bad Guy (2001)
The Coast Guard (2002)
Spring, Summer, Autumn, Winter... and Spring (2003)
Samaritan Girl (2004)
3-Iron (2004)
The Bow (2005)
Time (2006)
Breath (2007)
Dream (2008)
Bir de senaryosunu yazdığı film var: Beautiful (A-leum-dab-da) eklemeden edemedim. Kim Ki Duk kokar buram buram, her ne kadar yönetmenliğini yapmamış olsa da. Demek ki elinin değdiği her işe güzellik katıyor.
...
Henüz izleyemediğim sekiz filmi var. (2003 öncesi filmleri) Çok aramıştım zamanında fakat bulamamıştım. Şimdi sanırım daha kolay ulaşılabiliyor. Umarım onları izlemeden yummam gözlerimi.
Ezcümle Kim Ki Duk sinemanın ayrı bir rengidir. Sinema gökkuşağı ise bana göre O en tatlı, en göz alıcı rengidir. Kelimelere küsmüş ama en geveze yönetmen...

Merve Büyük

(yazı için Merve'ye çok teşekkür ediyorum. İnsanın sevdiği bir yönetmen, sevdiği bir insan için yazması yazıya çok şey katıyor)

Haftanın İzleme Listesi


Ki Kim Duk'un Pieta filmiyle başlayacağım haftaya umarım. Ardından bazı seçeneklerim mevcut ev izlenceleri için...

Garage Olimpo

Le Havre

Memories of Murder

Umberto D.

Goodbye Lenin

Buffalo 66

Badlands

2046

(bakalım kaçını ve hangilerini izleyebileceğim  )



Mizahen

Bu toprakları çok seviyorum. Mizahın, ironinin başkentiyiz... Her an bir karikatüre rastlamak ve hatta içerisinde yer almak mümkün... İlahi Komedya :)

Yıkık Kentlere Meftun

ortası çarmıha gerilen şiirler, köşeleri yangın yeri
yeşil dumanların tüttüğü
ve maskeli insanların üzerlerine yükselen enkaz hali
-sevmek-
henüz dönüşmüş, kanatlarının adı artık yaşamak
bir kelebek Tanrı'sını sever gibi

o kapalı göğe içimizden çatı pencereleri açıp
güneşi, güneşin güneş olduğu zamanları anmak

unutma;
kentler ardlarında bırakmaz insanları
arkada kalan onlardır

bak çocuk ağlamak yok

annen bir masalın orta yerinde noktalama işareti
herkes sessiz sakin
sonunu bekler masalın
ki elbet, bu söğüt dallarının
fısıldadığı masal ilerlemeli

bak çocuk sormak yok
ünlem mi
virgül mü
nokta mı
hepsi, bir düş ayazına ait değil mi

bak çocuk büyü artık

büyü de göz kapaklarına artsın ihtiyacın
görmenin ağırlığı kurşun misali çöksün
ağır ağır alnının barikatlarına
inandığın köprünün, silahlara veda etmeden
patlayabileceğini
onların geceyi şenleyen havai fişekler olmadığını
bilecek yaşa kadar çık

bak çocuk düzgün konuşmak yok
söv sövebildiğin kadar
söv sövebildiğin kadar
ağzına gelen kanı, dilini acıtan giyotin kesiğini
paylaş paylaşabildiğin kadar

bak çocuk düş artık

bir uçurum çiçeği koparmaya çabalarken
bir nehrin altında ne var merakını giderirken
bir yıldızı tutabileceğini zannederken
düş ve ayağa kalk

düşmeden ayağa kalkamazsın çocuk

aşkı meşki karıştırma çocuk
sana bile ağır gelir duyacakların

plastik çiçekler
sentetik aydınlıklar

-yeter sanırım-

bak çocuk anlıyorum, gidemezsin
sen bir şeylerin toplanmasına değil
dağılmasına alışkın ama yorgun
yani
sönük hüzünlere
yaşamak halindeki büyük intihar sahnesine
yani yıkık kentlere, yitirilen karakterlere meftun

gitmek faydasız zaten
şehirler senden ayrılmadıkça

Büyük Ev Ablukada


(ekmek vardı tereyağı vardı utanılacak bir şey yoktu
bir şey daha yoktu ama kavrıyamıyordum)
işte böyle olmak en iyisidir olmakların
bir küçük çocuğu tuttum otobüsten indirdim
(indirmiştim yok olan önemli bir şeydi allah kahretsin)
tüm kavgasız tüm duruk tüm başıboş
üç sayı kötü bir sayı iyi şiir dinledim
çıkıp okudular durup dinledim
bitmeseydi daha dinlerdim kötü mötü
saat kaç diye sordular birisi beş yani dedi
(ha kavgada ha aşktabu gök bomboş ha kavgada ha aşkta)
göğe baktım yerli yerinde
haydutlar dalavereciler yerli yerinde
vurguncular hayınlar vurdum
duymazlar öyleiyi dedim içim rahatladı
düzen bozulmamış dedim sevindim
tenhaca bir bölgelerinden şehre girdim
(ben herkese varımbaşka türlü olmuyor inanmayın)
bakın bu şehri ben kurdum ben büyüttüm ama sevemedim
(ekmek vardı tereyağı vardı söylemiştim önemlidir
utanılacak bir şey yoktu kime anlatmalıyım)
ben sevemezsem sevmek kimselerin elinden gelemez
bizi tutkulara çağırdı otobüse sosise buzdolabına
telefona sinemalara radyolara bir sürü kancık sevdalara
sürü sürü mutsuz alışkanlıklara
yalana dolana itliklere keten elbiselere
(sonra karısı öldü o çocuğun
yalnızdı güçsüzdü herkesler gibiydi
kirlendi kötülendi sarhoşladı pis karılara dadandı
anladık onu ölenden başkası kurtaramaz
ölen de kurtarmamıştı)
bak ben seni nerenden kurtaracağım şaşacaksın
şimdi bu taşları biz çektik değil mi ocaklardan
bu asfaltı biz döktük biz onardık değil mi
bu yapıları oniki kat yapmak bizim aklımızdı
biz kurduk istersek umursamayız ya
(abluka burada başlıyordu çünkü)
ekmek yiyelim tereyağı yiyelim çocuk büyütelim
sen beraber yatacağımız yatakları hazırla
sen bir onu yap yeter bak göreceksin.
Turgut Uyar

(göğe bakalım be göğe)

Rope (Hitchcock)


"Saygın ve seçkin bir konuma sahip olan iki genç adam Brandon ve Philip, cinayet hakkındaki 'farklı' düşüncelerini eyleme geçirme kararı aldıktan sonra sosyetik arkadaşları David'i öldürürler. Dünyaya faydası olmayan insanların öldürülebileceği, dahası, cinayeti sadece asil ruhlu insanların işleyebileceği görüşünü savunan ikili, iple boğarak öldürdükleri arkadaaşlarının cansız bedenini bir sandığın içinde saklarlar.

Cinayet işlendikten bir kaç saat sonra evde parti düzenleyen ikili, yiyecek ve içkileri cesedin bulunduğu sandığın üzerine yerleştirirler ve arkadaşlarını davet ederler. Ancak ne var ki, herkes David'in gelmesini beklemektedir ve bu bekleyiş, cinayeti işleyenlerden Philip'in tedirgin olmasına sebep vermektedir." (alıntı t.a)

Tartışma oranı yüksek olabilecek bir gerilim...

Gerilim ustası Hitchcock'un diğer filmlerine nazaran felsefesini alt metne yedirmeyen su üstünde tutan filmi Rope... Tek mekan filmlerinin zorluğunun ustaca üstesinden gelmiş. Sıkılmadan izlenebiliyor. Çeşitli sinema hileleriyle plan sekans izlenimi yaratılmış. Üstün insan, sınıf çatışması gibi kavramlara dokundururken cinayet olgusunu sorgulamakta. Fakat beğenmek beğenmemek arasındaki kararsızlığım bu noktada ortaya çıktı. Derin bir film, derin felsefi çatışmalar yüklü. Yine de biz izleyici olarak bu tartışmaların ortasına dalmak yerine, çevresinden dolaşıyoruz.

Oyunculuk performansları genel olarak iyi. Gerilimi ortaya çıkaran bazı ayrıntılar gayet güzeldi. Beklentiyi yüksek tutmayanlar için, farklı tartışmalara kıyısından köşesinden kapılmak isteyenler için ve tabii ustanın takipçileri için tavsiyedir...
 puan



Konuyu irdelemeye değer tabii. Cinayet bazıları için bir ayrıcalıktır, repliğinden kurabiliriz yazıyı. Öldürmek dürtüsü insan var olduğunca var sanırım. Fakat iki farklı uca gidebiliriz bu noktadan. Birincisi, çıkar ilişkisi etrafında birinin canına kastetmek. İkincisi, dünyanın, sistemin işlerliği için. Film finaline dek özdeşleşemediğimiz karakteri ağzından ikincisini savunuyor. Öldürme dürtüsünü besleyebilecek kişilerin ise, seçkinler olduğunu savunuyor. Seçkinler ise sınıfsal fark kadar, belirli bir zeka seviyesini işaret ediyor.

Velhasıl kelam, Hitchcock aslında acayip bir tartışma açıp bunu ıskalamamızı sağlıyor. Yine de film izlenebilir, özellikle plan sekansvari deneyimi için. Bir de iyi oyunculuklar... 

Öykücü

Roman okumak öykünün tadını aldığımdan beri ağır bir iş geliyor. Bu nedenle son dönemde bir veya iki tane roman anca okuyabildim. Öyküde ne arıyordum bilmiyorum fakat bir şeyler bulduğum kesin. İlginç bir durum da söz konusu. Öyküden sonra romana döndüğümde aslında öykünün acelesiz, teleşsız bir anlatı türü olduğunu düşündüm. Romanın ise biraz daha hadi artıkçı havası var gibi. Demek sayfa sayısı değil edebiyatı edebiyat yapan. Tabii bu konuda üst üste okuduğum iyi öykü kitaplarının da etkisi var. Olay her şekilde iyi yazara denk düşüyor. Okumanın keyifli gölgesi onların ışığı müddetince var... Ufak bir liste;

Ayşegül Çelik - Kağıttan Gemiler

Murat Gülsoy - Bu Kitabı Çalın

Etkar Keret - Tanrı Olmak İsteyen Otobüs Şoförü

Yalçın Tosun - Anne Baba ve Diğer Ölümcül Şeyler

J.D Salinger - Dokuz Öykü


17 Şubat 2013 Pazar

Eric Clapton



Gitarın Clapton keşfi...
Bazen müzik her şeydir, öhöm çoğunlukla müzik her şeydi...

11 Şubat 2013 Pazartesi

...llioğulları

Öhöm...

- Eskiden telefon yokken bu insanlar ne yapıyordu?

Reklamlar...

Bilmem belki mutludurlar. Belki mektup yazıyorlardır. Eğer bir olgu, olay, kavram rahatlıkla rastlanabilir, edinilebilir düzeye iniyorsa değersizleşiyor. Her şey zorken güzeldir. Çünkü çözüm ararsın, sırf birini görmek için kaç kilometre yol giden bizlerden, beş saniyelik bir telefon görüşmesini angarya gören bizlere geldik. Hahaha, en çok konuştuğumuz şahıs, aynadaki biz mi acep?

Nevermind the Name



Yeni post rock keşfim... İsmi bile harika, adı sallayın gitsin :) müzik iyi ki varsın...

Coffee and Cigarettes


İkisinin de tüter dumanı...
Keyifli sohbetler...

Jarmush ne yalan söyleyeyim nesnel değerlendiremediğim sinemacılardan. Çünkü hemen her izlediğim filminde büyük keyif alıyorum. Müzik bilgisi, müziğe yaklaşımı, filmlerindeki müzik kullanımı da cabası. Ayrıca onun da yoğun bir sinema ve müzik sevgisinden beslendiği, filmlerinde mevcut. Hatta hemen göze çarpıyor. Bir de farklı kültürleri, ortak bir potada eritmesi var. Misal, Hayalet Köpek: Samurayın Yolu filmi, samuray, mafya, rap... Ya da Ölü Adam western ile şiir.
Kahve ve Sigara ise uğradığım en nezih Jarmush duraklarından birisi oldu. Eğer diyalogun diyalog olduğunu anlamıyorsanız, konuşma gayet doğal geliyorsa o iyi yazılmış bir diyalogdur. Kısa filmlerden meydana gelen geçit töreni bu cümleyi odağa almış sanki. Tabii içlerinden bazılarını diğerlerine nazaran fazla sevdim. Hele Bill Murray'nin olduğu bölüm. Yahu Murray, senden şaşkın kim var deseler bana seni gösteririm. Lakin yakışan, sevimli bir şaşkınlık. Sanki her an dünyada bir şeyler fark ediyorsun. Her sabah bir yenilikle, şevkle uyanıyorsun. Kendi gücüne, diğerlerinin gücüne, güçsüzlüğüne şaşıyorsun. Bıkkınlığın bile harika.
Siyah beyazın da iyi kullanıldığını, kahve, sigara kadrajlarının harika fotoğraf kareleri olduğunu da eklemeliyim. Şimdi filmin en sevdiğim bölümüne geldi sıra. Döndür dolaştır, zihninde izle dur. Ardından kendini koy sevdiğin karelere. Sonra kahve triplerine gir, yalnız bir kafede. Güzel bir müzik eşliğinde. Benigni'ye de selamlar...
Tavsiye üstü tavsiyedir...

Buz Dolabının Üstündeki Kız


Keret dünyasına adım attığım her an, şoke edici bir muziplik beliriyor zihnimde. Dünyanın ironisine şaşıp kalıyorum. Kara mizahın derinliklerine iniyorum. Buzdolabının Üstündeki Kız kitabında da kural bozulmadı. Şaşırtıcı, tuhaf öykülerin adamı. Onun evrenine dahil olduğunuzda gerçek dünya sinirinizi bozuyor. Sadeliğiyle... En iyi çalışması değil Keret'in belki ama okunması gereken bir çalışma Buzdolabının Üstündeki Kız.

Nedir Bu "Oyun"


Şahika Tekand yönetiminde sahnelenen, Samuel Beckett'in yazdığı "Oyun" şehir tiyatrolarına karşı güvenimi tazeledi bir nebze. Çok tartışılmıştı, özelleştirme, hatta memurlaştırma yoluna gidilmesi tiyatrolarda. Bir nevi sanatçıların törpülenmesi. Eh tabii, sanat muhalefettir. Muhalif sanat da hiçbir zaman sevilmez!!!

Konumuza dönelim. "Oyun" kesinlikle izlediğim en ilginç gösterilerden birisiydi. Pek çok duyuma saldıran, algılarımı yerle yeksan eden bir sahne sanatı. Aslında basit bir öykü etrafında dönüyor metin. Üç kişilik bir aşk, bir aldatma öyküsü. Fakat öyle bir anlatılıyor ki, hayran olmamak elde değil. Ayrıca, neyi nasıl aktardığının önemi bir defa daha ortaya çıkıyor.

Tam manasıyla gidip görmeden anlaşılamayacak bir oyun. Deneysel bir nevi. Şiddetle tavsiyedir. İmkanı olan kaçırmasın derim.

5 Şubat 2013 Salı

Dergiler Seni Söyler





Dergicilik aslında önemli mevzu. Her alanda, fotoğraftan sinemaya, müzikten edebiyata... Tabii tasarımıyla, içeriğiyle iyi bir dergi de bulmak zor. Hele uçuk fiyatlarını da hesaba katarsak :))

Sarnıç



Eli yüzü düzgün öykü dergilerinden. Her sayıda bir kitabı odak kitap olarak seçiyor. Analiz ediyor. Yazarlarla söyleşiler de mevcut. Zaten yayın hayatlarına yeni başladıklarından önemsiyorlar işi. Umarım bozmazlar.

Sözcükler


Çokça şiir dergisi var aslında. Ancak Sözcükler yer verdiği şairlerle, şiir üzerine yazdıklarıyla farklı bir seçenek sunuyor.

Altyazı



      Altyazı Şubat sayısıyla editöryal bir değişikliğe gitti. Artık film yorumları iyi. Sinema değerini katladılar.


                                                                   Modern Zamanlar

                                                               
Sinemaya sahiden sinemaya gönül vermiş, sinemadan keyif alan tecrübeli bir kadro. İlginç analizler. Modern Zamanlar takip edilmeye değer...