1 Şubat 2013 Cuma

Unuttuğum Çocuk


Yıkıntıların arasında dolaşıyorum. Üst üste yığılı taşlar. Enkaz hali. Zar zor yürümekteyim. Gözlerim gri gökyüzüyle benliğim arasına çekilen perde. Görmek istemiyorum. Korkuyor muyum? Pekala mümkün.
Yoluma devam ediyorum. Kan oturmuş bir yoksunluğun ortasında, barut kokuları yoğunlaştığında ona rastlıyorum. Yıkıldı yıkılacak izlenimi veren bir duvara yaslanmış. Ağlamıyor katiyen. Kırgın da değil. Çocukluğum...


“Çocuk musun?” söyleminin hakeretamiz boyutlara ulaştığı yaşlardayım. Yapabileceğim bir şey yok mu? İş işten geçti mi? Ona yeniden ulaşamaz mıyım? Bilinçli veya değil kimsesiz bıraktım onu. Yeniden sahiplenmeliyim.

Küçük Vahşi
Alexandre Jardin’in Küçük Vahşi kitabı bu sahiplenmeye dair cesaret verici bir anlatı. Jardin’in yarattığı ana karakterin büyük bir planı var. Yaşamını geri alabilmek için geliştirdiği bir plan. Çocukken isimlendirildiği Küçük Vahşi’ye tekrardan layık olabilmek. Amacı uğruna bol kazançlı monoton işini bırakıyor ilkin. Sonrasında da aşık olmadığı uzun müddettir evli kaldığı eşini terk ediyor. Çocukluğunun ait olduğu mekanlara, zamanlara doğru bir yolculuğa çıkıyor. Yapacağı yolculuk onu getirebilir. Geçmiş açısından bakıldığından, anıların ait olduğu mekanlar, zamanlar güçlü anahtarlar olabilir. Doğru anahtarların doğru kapıları açmasıyla da içebakış sağlanabilir, çocukluğa yaklaşılabilir. Bir yandan da geçmiş şimdiye yama edilebilir. Şimdinin söküklerini kapamak uğruna. Fakat yaşanacak yetişkin, çocuk  çatışmasıyla yamanın her an düşebilecekmiş hissiyatı vermesi de mümkün.

Jardin aslında şunu söylemektedir: “Olduğunuz kişiyi, çocukluğunuzu sahiplenin. Yetişkinlerin ne denli samimiyetsizce, ne denli kapana kısılmış şekilde davrandığını göreceksiniz.” Büyüklerin kurallarını esneterek, hatta yıkmaya çabalayarak bizi standartlaştıran mekanizmaları ortadan kaldırabilir miyiz? Gerçek acıyı, gerçek mutluluğu yakalamak (bir nevi çocuk asiliğiyle) uzlaşmamakla mümkün olabilir mi?

                                                                

Arno Gruen’in Normalliğin Deliliği Hastalık Olarak Gerçekçilik: İnsandaki Yıkıcılık Üzerine Bir Kuram çalışması da benzer temalar etrafında dönüyor. Özellikle uzlaşma açısından tespitleri irdelenmeye değer. İçindeki boşluğu, kaosu, acıyı görmek istemeyen insan toplumla, sistemle tam bir uzlaşı içine giriyor. Çelişkilerini, zaaflarını arkasında bırakarak, mücadele etmeyerek, toplumsal gerçeğin, toplumsal beklentilerin mekanik parçaları haline geliyor.

Peki günümüz açısından çocukluğa dönüş ne denli gerçekçi? Beklentilerin kapital sınırlarla örtüştüğü, bireyin herkesleştiği modern zamanlarda içindeki çocuğu yaşatmak veya içsel yaşamdan kopmamak biraz hayalciliğe kaçmak mı oluyor?

Jardin’in romanı yakınlaşılan çocukluğu büyükler dünyasında yaşatmak üzerine. Aslen savunduğu, bütünleşik bir yaşam biçimi. Gruen’in kuramsal çalışması da içsel yaşama eğilerek ama dış yaşamı da tasfiye etmemek şeklinde bir çözüm sunuyor. Yani ikisi de gerçekçi çizgiler belirliyor.
Belki de geç kalmamışımdır.

 Yıkıntıların arasında dolaşıyorum. Üst üste yığılı taşlar. Enkaz hali. Zar zor yürümekteyim. Gözlerim gri gökyüzüyle gözlerim arasına çekilen perde. Görmek istemiyorum. Korkuyor muyum? Pekala mümkün.
Yoluma devam ediyorum. Kan oturmuş bir yoksunluğun ortasında, barut kokularının yoğunluğunda ona rastlıyorum. Yıkıldı yıkılacak izlenimi veren bir duvara yaslanmış. Ağlamıyor katiyen. Kırgın da değil. Çocukluğum. Ona doğru gidiyorum. Sarılıyoruz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder