Yıkıntıların
arasında dolaşıyorum. Üst üste yığılı taşlar. Enkaz hali. Zar zor yürümekteyim.
Gözlerim gri gökyüzüyle benliğim arasına çekilen perde. Görmek istemiyorum.
Korkuyor muyum? Pekala mümkün.
Yoluma
devam ediyorum. Kan oturmuş bir yoksunluğun ortasında, barut kokuları
yoğunlaştığında ona rastlıyorum. Yıkıldı yıkılacak izlenimi veren bir duvara
yaslanmış. Ağlamıyor katiyen. Kırgın da değil. Çocukluğum...
“Çocuk
musun?” söyleminin hakeretamiz boyutlara ulaştığı yaşlardayım. Yapabileceğim
bir şey yok mu? İş işten geçti mi? Ona yeniden ulaşamaz mıyım? Bilinçli veya
değil kimsesiz bıraktım onu. Yeniden sahiplenmeliyim.
Alexandre
Jardin’in Küçük Vahşi kitabı bu
sahiplenmeye dair cesaret verici bir anlatı. Jardin’in yarattığı ana karakterin
büyük bir planı var. Yaşamını geri alabilmek için geliştirdiği bir plan.
Çocukken isimlendirildiği Küçük Vahşi’ye tekrardan layık olabilmek. Amacı
uğruna bol kazançlı monoton işini bırakıyor ilkin. Sonrasında da aşık olmadığı
uzun müddettir evli kaldığı eşini terk ediyor. Çocukluğunun ait olduğu
mekanlara, zamanlara doğru bir yolculuğa çıkıyor. Yapacağı yolculuk onu
getirebilir. Geçmiş açısından bakıldığından, anıların ait olduğu mekanlar,
zamanlar güçlü anahtarlar olabilir. Doğru anahtarların doğru kapıları açmasıyla
da içebakış sağlanabilir, çocukluğa yaklaşılabilir. Bir yandan da geçmiş
şimdiye yama edilebilir. Şimdinin söküklerini kapamak uğruna. Fakat yaşanacak
yetişkin, çocuk çatışmasıyla yamanın her
an düşebilecekmiş hissiyatı vermesi de mümkün.
Jardin
aslında şunu söylemektedir: “Olduğunuz kişiyi, çocukluğunuzu sahiplenin.
Yetişkinlerin ne denli samimiyetsizce, ne denli kapana kısılmış şekilde davrandığını
göreceksiniz.” Büyüklerin kurallarını esneterek, hatta yıkmaya çabalayarak bizi
standartlaştıran mekanizmaları ortadan kaldırabilir miyiz? Gerçek acıyı, gerçek
mutluluğu yakalamak (bir nevi çocuk asiliğiyle) uzlaşmamakla mümkün olabilir
mi?
Arno
Gruen’in Normalliğin Deliliği Hastalık
Olarak Gerçekçilik: İnsandaki Yıkıcılık Üzerine Bir Kuram çalışması da
benzer temalar etrafında dönüyor. Özellikle uzlaşma açısından tespitleri
irdelenmeye değer. İçindeki boşluğu, kaosu, acıyı görmek istemeyen insan
toplumla, sistemle tam bir uzlaşı içine giriyor. Çelişkilerini, zaaflarını arkasında
bırakarak, mücadele etmeyerek, toplumsal gerçeğin, toplumsal beklentilerin
mekanik parçaları haline geliyor.
Peki
günümüz açısından çocukluğa dönüş ne denli gerçekçi? Beklentilerin kapital
sınırlarla örtüştüğü, bireyin herkesleştiği modern zamanlarda içindeki çocuğu
yaşatmak veya içsel yaşamdan kopmamak biraz hayalciliğe kaçmak mı oluyor?
Jardin’in
romanı yakınlaşılan çocukluğu büyükler dünyasında yaşatmak üzerine. Aslen
savunduğu, bütünleşik bir yaşam biçimi. Gruen’in kuramsal çalışması da içsel yaşama
eğilerek ama dış yaşamı da tasfiye etmemek şeklinde bir çözüm sunuyor. Yani
ikisi de gerçekçi çizgiler belirliyor.
Belki de
geç kalmamışımdır.
Yıkıntıların
arasında dolaşıyorum. Üst üste yığılı taşlar. Enkaz hali. Zar zor yürümekteyim.
Gözlerim gri gökyüzüyle gözlerim arasına çekilen perde. Görmek istemiyorum.
Korkuyor muyum? Pekala mümkün.
Yoluma
devam ediyorum. Kan oturmuş bir yoksunluğun ortasında, barut kokularının
yoğunluğunda ona rastlıyorum. Yıkıldı yıkılacak izlenimi veren bir duvara yaslanmış.
Ağlamıyor katiyen. Kırgın da değil. Çocukluğum. Ona doğru gidiyorum.
Sarılıyoruz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder