5 Şubat 2013 Salı

Bir Protesto Olarak Delilik




"Nasıl oluyor da "normal" insan bu kadar çok yıkıcılığa neden oluyor? Gözümüzü ister insanlık tarihine çevirelim, ister bugün, burada çevremize şöyle bir göz atalım, tanık olacağımız yıkıcılık, canlılar arasında yıkmak için yıkan tek canlı olan insana aittir.
İnsanın yıkıcılığı üzerine sayısız tez üretilmiştir. Sigmund Freud insanlardaki yıkıcılığın kökenini insanın doğasında var olan ölüm dürtüsüne mal ederken, bu görüşe karşı çıkan psikoanalizci Arno Gruen, insandaki yıkıcı ve ölümcül edimin kişinin, yanıltıcı bir iktidardan pay alma uğruna kendisine ihanet etmesinden kaynaklandığını savunmaktadır."

Kitaptan bazı alıntılar;

"Özerklik; içinde insanın kendi gereksinimleri ve duygularıyla uzlaşma içinde yaşama yeterliliğinin gerçekleştiği bütünsel bir durumdur"

"İnsanı köklerinden kopmuş olanlar normal olarak adlandırılırken, insani değerlerin yitimine katlanamayanlar deli olarak lanse edilir."

"Uygarlığımız bizi korkaklaştırdı."

"Korkunun üstü örtülmelidir. Birey kendi içsel boşluğundan uzaklaşmak, kaosuyla mücadele etmemek için toplumun gerçekliğini kendi gerçekliği şeklinde kabul eder. Yapıştırma duygulara sarılır. Dış dünyanın hoşuna gidecek belli davranış ve duygu durumlarına uygun bir görüntüye yaslanabilir."

"Yanıltma ve hilenin normalleştiği bir dünya."

"Kendi içsel yaşamından kopan kişi, toplumla tam bir uzlaşma içerisine girer. İktidar oyunlarında başrolü oynamaya çalışır."

"Kabul görmemekten acı duyar"

"İtaat etmek, iyi olmak, normal olmaktır."

"Kişi aslında, varoluşuyla yüzleşmelidir."

"İç huzursuzluğu gözardı ederiz çünkü kendimizi dış gerçeğe kaptırırız."

"Hepimiz, bize içteki kaosun acısından kaçmayı zorla kabul ettiren uygarlığımızca şekillendirildik."

"Kendilik nefreti..."

"Normal kendinden vazgeçişin sonucunda gerçeğe uygun davranır."

"Gerçek duyguların yıkımı."

"Samimiyet ve sahiciliğin ölümü."

Arno Gruen'in Normalliğin Deliliği kitabıyla tanıştığım an tuhaf hissettim. Düşlerimde bir delilik kavramı vardı. Ona büyük bir saygı besliyordum. Fakat tam anlamıyla çözümleyemiyordum. Evet, bir uzlaşmama hali, içten geldiği şekilde hissetmek, davranmak şeklinde ipuçları vardı zihnimde. Fakat yönlendirilmeye ihtiyacım vardı. Bu nedenle Gruen'in kitabı kalan son akıl kırıntılarımı da ezdi geçti. Hem de bazı çözüm önerileri sunarak. Misal, iç yaşamdan kopmadan, dış gerçekliği de reddetmemeyi öneriyordu Gruen. Püf nokta, dış gerçekliğin iç gerçeklik haline getirilmemesiydi. Ayrıca verdiği örnekler, normal insanın (tabii hepsi değil) iktidar peşinde koşan, onanmak adına her şeyi yapan, eline fırsat geçtiğinde yıkım gücünü kullanan niteliklerini ortaya çıkarıyordu.

Normalliğin de tıpkı delilik gibi toplumun işaret edici tavrıyla oluştuğu aşikar. Yani uyumluysan, diretmiyorsan, beklentilerin örtüşüyorsa; normalsin. Tersinde ise deli, belki marjinal, ya da çılgın. Oysa ki "normal" bir kaçışı simgeliyor. Kendinden kaçış. "İnsan çıkmazını atlamayı seçer." 

Gündelik hayatta, zorunlulukla yapılan sözüm ona samimi eylemlerin arka planında bilinçli veya bilinçsiz bir planın parçası olduğu aşikar. 

Kitap, çocukluk dönemine de büyük bir önem atfediyor. Özellikle anna figürünün karşılıksız sevgi yerine, şunu yaparsan, yapmazsan seni daha çok seveceğim şeklindeki yaklaşımı bireyi toplumla uzlaşmaya, kendini yadsımaya yaklaştırıyor. Gerçek sevgiyi asla anlamayan birey, "miş" gibi yapmaya devam ediyor. Rolünü sürdürüyor.

"İçgüdüleri dinlememek diğerlerinin beklentilerini karşılar."

Gruen'in çalışması kesinlikle tavsiyedir. Düşündükçe içinden çıkılmaz bir hale dönüşse de...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder