16 Mayıs 2013 Perşembe

Düş Avcısı


Kaç tane renk birikti ellerimde? Morlar, kırmızılar, kirli beyazlar...
Kaç tane? Bilmiyorum.
Tereddüt etmiş miydi ruhum? Ava çıktığımda, peşlerine düştüğümde,  son imkansız saniyede... Tereddüt etmiş miydi? Sanmam.
Peki pişman mı yüreğim? Onları esaret altına almaktan, onları ölüme sürüklemekten...
Pişman mı? Asla.

Öksürüğüm artıyor. Rutubetli bir zamanın ortasındayım. Örümcek ağları sarıp sarmalıyor her yanımı. Üşüyorum. Bedenim kontrolden çıkıp titriyor ara sıra. Korkudan değil. Korkudan olamaz. Çünkü korkmuyorum!

Birazdan gelecekler evet. Demir kapıların seslerini duyacağım. Birazdan gelecekler... Prangalarım çözülecek. Hafifleyeceğim. Birazdan gelip, beni alıp götürecekler. Sırf kaderimin ipuçlarını takip ettim diye.  Varlığımın nedenini kavrayabildiğim için.

İşte, işte adım sesleri...

Evde belli belirsiz adım sesleri. Ayten anlıyor oğlunun uyandığını. Gidip küçük odaya bakıyor. Oğlan, pencereye tırmanma telaşında. Bir koşu çocuğa yardım ediyor Ayten. Kucağına alıyor onu. Dışarısı artık içerisi vaziyetinde. Sıkıldılar tabii ne vakittir. İki göz oda, mutfak, banyo arası gidip gelmekten bıktılar. Bahar da gelmiş hani. Cemrenin toprağa düşmesinin üzerinden de hayli geçmiş. İnsan böyle güzel havaları heba etmemeli. Bizi bu güzel havalar mahvetse de, yapmamalı.

Zaten Erdem de birazdan gelir. Alır onları dışarı çıkarır. Belki sahile inerler. Belki dondurma bile yerler. Çikolata, kaymak. Üzerine biraz fındık parçacığı.

Fazla beklemeyecekler...

Fazla bekleyeceğimi sanmıyorum. Yakınımdalar. Her şeyi itiraf ettikten sonra gerisi çabuk oldu. Düş avcısıyım ben. Az veya çok değil. Artı veya eksi değil. Neysem oyum. Düş avlarım. Tenhada, kalabalıkta. İnsanlar farkına bile varmaz. Üstelik avladıklarımı asla öldürmem. Onlar, diğerleri yaparlar. Katilliklerinden, cinayetlerinden bihaber.

İlk avımı düşünüyorum. En özel olanı. Boğazına sarılıp etkisiz hale getirdiğim düşe ait çığlık hala aklımda. Keyifleniyorum.

Keyifle bir çığlık koyveriyor çocuk. Erdem’i gördü pencereden. O da pek sever Erdem’i. Ya Ayten, Ayten de sever sevmesine de yakışık alır mı? Kocası iş kazasında öldüğünden beri beş yıl geçti. Sonra Erdem’i tanıdı. Tesadüfen. Zaten Ayten’e gelen mutluluklar daima tesadüf eseriydi. Planlanmış, bilinçli mutluluklara hayatında zerre yer yoktu. Böyle mutluluklara zaten inanmazdı.

Kapı çalınıyor. Ayten hafifçe kızarıyor. Çocuğu kucağından indiriyor. Bir koşu kapıya gidip, kapıyı açıyor.
Kapım açılıyor. İdama doğru gidiyorum. Prangalarımı çözüyorlar. Kollarıma girip beni sertçe, oturduğum yataktan kaldırıyorlar. Dört gardiyan etrafımda. Ölüme yol alıyorum. Ağrılı koridorlardan geçiyorum. Anlattıklarımı dinleyince nasıl da şaşırmıştı herkes. Cezam söylediklerimin yanında hafif kalmıştı.

“Nasıl?” diye sormuşlardı.

Anlatmıştım...

“Düşleri hissetmek, onlara dokunabilmek benim mucizemdi. Ancak düş kırıklığının ulaşılamayan düşlerden kaynaklandığını biliyordum. İnsanı uyutuyordu, kederlendiriyordu düş kurmak. Zarar veriyordu. Dünya kaosa sürükleniyordu. Ben de onları avlamaya başladım.

Önce onları kaçırıyordum...”

“Bu fırsat kaçmaz...” diye konuşuyordu adam.

Erdem, Ayten, Ayten’in oğlu, ellerinde dondurmalarla sahildeydiler. Erdem baktı ki çocuk, tüfeklerle, demir bilyelerle balon vuranları görünce heyecanlanıyor denemeye karar verdi.

“Üç atış iki lira, cesaret...”

Erdem cebinden iki lira çıkarıyor. Gülümsüyor Ayten’e. Ah bir evlenebilseler, rahat edecek. Milletin karanlık konuşmaları kesilecek. Çocuğa da kendi çocuğu gibi bakacak. Salih Abi’nin yadigarı ikisi de... Sevdiyse sevdi. Kaldı ki Salih Abi’ye ihanet değil yaptığı, öyle hissediyor Erdem. Çünkü ak pak seviyor. Çıkarsız, bahar yağmuru gibi seviyor.
Balonlar hüzünle duruyor.

“... Hüzünle duruyordum ölümlerinin ardında. Yas tutuyordum ya, o kadar. Hiçbir düş sonrasında vicdan muhasebesi yapmıyordum. Birazcık üzülüyordum.
Düşler renklidirler. Onları rahatça kaçırıyordum. Öldürmüyordum. Öldürmek bana göre değildi...”
İdam sehbasının önüne geliyoruz.

Erdem tüfeği omzuna yaslıyor. Ayten, çocuk heyecanlı. Ortadaki balon, tuhaf renkli olan dikkatini çekiyor. İlk defa görüyor bu rengi. İsmini bilmiyor. Ona nişan alıyor. Nefesleri tekliyor, yavaşlıyor.
Nefesim yavaşlıyor. İlmiği boynuma geçiriyorlar.

“Ben de düşleri beyaz balonlara koyuyordum. Tüm balonlar renksizdir. Sadece içindeki düşün rengini alırlar. Her şeyi tamamladıkladıktan sonra, onları sokak ortasına bırakıyordum. Balonları bulanlar ya onları satıyor, ya da tüfek atışında kullanıyorlardı. Satılan balonlar nihayetinde patlıyordu. Tüfekle vurulanların işi zaten kolaydı.”

Erdem’in eli tetiğe gidiyor. Azcık rüzgar var. İki saniye sonra bitecek.

Biraz sonra bitecek. Ölüm beni göğsüne yatıracak. Uyuyacağım.

Bir telaş başlıyor, gardiyanlar, infaz memurları hareketleniyor.

“İdamın, müebbete çevrildi.” diyorlar.

İçim kesiliyor. Boşluğa yuvarlanıyorum. İlmiği boynumdan çıkarıyorlar. Gardiyanlar eşliğinde geldiğim gibi hücreme döneceğim.

“Cemal...” diyor cezaevi müdürü.

“Aslanım yazık ki sen de bir düşmüşsün. Babanın, Eskici Ahmet Efendi’nin düşü. Hep aslan gibi bir oğlu olsun düşlermiş. Köy meydanında yanında gezdireceği. Eskiciliğe yardım edecek. Cengaver bir oğlan...”
Olamaz... Hiddetleniyorum. Ona buna saldırmaya başlıyorum.

Erdem, tetiğe asılıyor. Tuhaf renkli balon patlıyor. Birde bir...

Kalbimden bir sıcaklık yayılıyor. Gözlerim kararıyor. Sendeliyorum. Gardiyanlar üstüme çullanıyor. Onlara ihtiyaç yok aslında, ölmek üzereyim.




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder