Su
kaplumbağam kaybolduğundan beri perişan haldeyim. O bana eski sokağımızın
emanetiydi. Cennet Bahçesi evlerine taşınmadan önceki dar, yarı aydınlık
sokağımızın emaneti.
Bir
sabah okula gitmek için yola koyulduğumda bulmuştum kaplumbağayı. Elimdeki taze
simiti telaşla yere düşürmüştüm. Kaplumbağa bir mazgaldan içeri düşmek
üzereydi. Koşup onu kurtarmıştım. Küçücüktü. Su kaplumbağası olduğunu nereden
anladığımı bilmiyorum. Başka türünü duymadığımdan olabilir.
Okulu
kırmış, tüm günümü kaplumbağamla geçirmiştim. Adını Vitrivius koymuştum. Eve
döndüğümde Vitrivus’u ninja olarak eğitmeye karar vermiştim. Bu nedenle annemin
ıspanaklı böreklerini es geçmiştim. Fakat iyi bir eğitmen değilmişim. Sonuçta
ona sahip çıkamamıştım. Verdiğim eğitimin yetersizliğinden Vitrivius da kendine
sahip çıkamamıştı. Cennet Bahçesi’ni karış karış gezmeli, kaplumbağamı
bulmalıydım.
Vitrivus’u
tanıdıktan üç gün sonra, televizyonda Cennet Bahçesi reklamlarına rastlamıştık.
Babam harika bir fırsat olarak nitelemişti reklamları. Hemen, yanımıza fazla
öteberi almadan toparlanmamızı söyledi. Güzelim musakka ile pilavı yarım
bırakmak zorunda kalmıştım. Evden çıktık. Bir daha da dönmedik. Annem
ağlıyordu, durmadan mutluluğunu belirtiyordu. Artık huzura erecekmişiz, öyle
diyordu. Tabii huzur kolay değildir. Biraz güç ulaştı bize de. Anladık ki
Cennet Bahçeleri’ne yerleşebilmemiz için (neden logoları elmaydı. Bunların
yaradılış mitlerinden haberi yok mudur? Yoksa bizi kovmak için can mı atacaklardı)
bir hafta kadar beklememiz gerekecekti. Sokağımıza, eski evimize geri
dönemezdik. Babam gururlu adamdı. Biz de bir haftayı parklarda yatıp kalkarak
geçirdik. Vitrivius ve ben memnunduk halimizden. Sanırım bizimkiler de öyle.
Bir hafta geçtiğinde Cennet Bahçeleri’ne yerleştik. Uçsuz bucaksız huzur
toprakları.
Kafamda
Vitrivius’u aramak için bir plan çizdim. Cennet Bahçeleri, konseptine uygun
olarak aradığımız her şeyi sınırları içerisinde sunuyordu. Alışveriş
merkezleri, okullar, yüzme havuzları, spor salonları, oyun alanları, sinema,
tiyatro... Seçenek genişti. İndirgemeye karar verdim. Bir su kaplumbağası
nerede olabilirdi? İlk olarak havuza bakmalıydım. Asansöre yöneldim. Onuncu
katta iki adet kapalı havuz vardı. Bahçede de üç tane açık havuz. Asansöre
bindim, on rakamı parlayan tuşa dokundum. Asansör kapısı ağır ağır kapandı.
İçerisi harika kokuyordu. Sanırım ıhlamur...
Eski
evimizi net hatırlıyordum. İki oda bir salondu. Odam, dış kapıya yakındı.
Penceremden denizin toprağa dokunmaya yeltendiği manzaraları görebiliyordum.
Oturma odamız da yan odaydı. Geniş değildi. Sığıyorduk yine de. Babamların
odası ise arka bahçeye bakıyordu. Sanırım acil durum planlarına göre en uygun
yerleşim bu şekildeydi. Tuhaf olan halihazırda Cennet Bahçeleri’nde oturan biri
olarak, buradaki evimi hatırlamıyor oluşumdu. Umursadığımdan değil ancak henüz
yarım saat önce evden çıkmıştım. Evden hep aynı saatte çıkardım. Herkes gibi...
Onuncu
kata geldim. “Vertigo Asansörleri iyi günler diler.” diyen sesi duydum. İner
inmez dedikoduya başlamışlardı. Aynı kata denk gelen dört asansör yarışırcasına
gevezelik ediyordu. Daire altmış üçteki Tuna Beyler şöyle. Ah demek Canan
Hanımlar aldatılıyor. Hiç sevmem arkadan konuşmayı ama... Sadece ben mi
duyuyordum onları? Üstelik çoğul ekleriyle genetiği bozuk ilişkileri de hiç
hoşuma gitmiyordu.
Havuzun
kapısına geldim. Ses yoktu. Kapıyı ittim. Açılmadı. Kapalı yüzme havuzunun
gerçek anlamıyla kullanılma olasılığı nedir? Ya da nükleer santral
çalışmalarının Cennet Bahçeleri sınırlarında gerçekleştiriliyor olma olasılığı?
Bahçeye
inmek için yeniden asansöre yürüdüm. Neyse sadece bir asansör kalmıştı. O da
konuşacak kimseyi bulamayınca susmuştu.
Aşağıya
indiğimde Tuana Teyze karşıma çıktı. Varolmayan köpeği Kujo’yu gezmeye
çıkarmıştı. Birkaç dakika lafladık. Sanırım en yakın komşumuzdu Tuana Teyze.
Yanında ayrıldığımda bana el sallıyordu. Varolmayan köpeğinin varolmayan
tasmasını çekiştirmekle meşgul bir halde. Neden hiç onlara gitmemiştik? Tuana
Teyze’de hiç bize gelmemişti. Eski evimizde böyle değildi. Hemen hemen her gün
evimizde birileri olurdu. O da olmadı biz birilerine oturmaya giderdik. Çaylar,
kurabiyeler...
Vitrivius’u
bahçede de bulamamıştım. Suratım iyice düşmüştü. Hava da kararmak üzereydi.
Güvenliğe sormak geldi aklıma. Köşe bucak güvenliğimizi sağlayan kameralarla
doluydu. Aralarından birinin kaplumbağamı tespit etmesi muhtemeldi. Tekrar
apartmana girip yürüyen merdivenlerle zemin kata indim. Beni güler yüzle
karşılayan sürüyle elmalı adam belirdi etrafımda. Kaplumbağamı sordum. Bıyıklı,
iri kıyım ve anladığım kadarıyla kademesi yüksek olan güvenlikçi beklememi
işaret etti. Ortadan kayboldu. Döndüğünde, tahminimce bin sayfaya yakın kalın
bir kitabı tutuyordu. Kitabın üzerinde “Cennet Bahçesi Anayasası” yazıyordu.
Adam yarım saat kadar kitabı karıştırdı:
“Evet,
kaplumbağa beslemekle alakalı sorun teşkil edecek bir madde yok. Şimdi neydi
adı, Vitrin mi?”
“Vitrivius.”
diye mırıldandım.
Adam göz
bebeğine serçe parmağını dokundurdu. Sanırım lensini düzeltiyordu:
“Hım,
ilginç bir isim. Gel bakalım.” dedi.
Takıldım
peşine. Yüzden fazla monitörün olduğu bir odaya girdik. Cennet Bahçesi
izlencesi. Tüm alan karış karış ekranlara yansıyordu. Annemle babam da
kesinlikle monitörlerin birindeydi. Benden kaplumbağanın bilgilerini istediler.
Tarif ettim. Tarifi bilgisayara girdiler. On saniye sonra sonuç alamadıklarını
söylediler. Umudumu yitiriyordum.
Gece
yarısına kadar bir sürü yere bakındım. Vitrivius’u bulamadım. Beş dakika içinde
yaşam canlılığını yitirecek Cennet Bahçesi evler haricinde kapanacaktı.
Bakmadığım sadece alışveriş merkezleri vardı. İkinci kattan itibaren her çift
sayıda alışveriş merkezi vardı. Hepsine yetişemezdim. İkinci kattakine uğradım.
İndirim günüydü. Giremedim kalabalıktan. Daima indirim günüydü. Anlamıyordum.
Gerçek insanların çalıştığı cansız mankenler yorgunluk belirtileri
gösteriyorlardı.
Eve
gitmem gerekiyordu. Vitrivus da eve dönmüş olabilirdi. Asansöre yöneldim. Önce
bir siren sesi duyulmaya başladı. Ardından ortalığı yeşil bir gaz bulutu
kapladı. İnsanlar usulca uykuya dalıyorlardı. Ben etkilenmemiştim. Cennet
Bahçeleri’ndeki herkes uykuya dalıyordu. Oldukları yerde. Oldukları şekilde...
Asansörler de çalışmıyordu. Otuz altı katı merdivenlerle çıkmak zorunda kaldım.
Dairemize yaklaştım kapıyı açtım. Kapı dışarıya açılmıştı. Neredeyse aşağıya
düşecektim. Ev filan yoktu. Sanırım hiç olmamıştı. Vitrivius ağzıyla kapının
altına tutunmuştu. Canını kurtarmaya uğraşıyordu. Ninja eğitimim ona yaramıştı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder