“Merhaba,
Ben Leos Carax, yabancı dilde filmlerin yönetmeni. Hayatım boyunca yabancı
dilde filmler çektim. Aslında yabancı dilde filmler tüm dünyada çekiliyor,
tabii ki Amerika hariç. Sadece Amerika’da yabancı dilde olmayan filmler
yapılıyor...” (1)
Yukarıdaki
alıntı Altyazı dergisinin Şubat sayısında yer almakta. Yabancı Dilde Filmler
başlığı altında verilmiş ufak bir bölümde geçiyor. Sözler Holy Motors filmiyle yılın çokça konuşulan yönetmeni Leos Carax’a
ait.
Carax’ın
söylemlerinden yola çıkarak sinemada yabancı dil konusuna ufak bir bakış atmak
mümkün olabilir.
Tüm
sanat dalları aslında birer dildir, iletişim aracıdır. Kendi gramerlerini
yaratmışlardır. Ya edebiyat gibi mevcut bir dil üzerinden inşa edilmişlerdir ya
da sinema gibi bilinen fakat sonradan belirginleşen bir dil ile
biçimlenmişlerdir. Peki hali hazırda bir dil olan sinemanın, yabancı dil
şeklindeki kategorileşmeye ihtiyacı nedendir? Ya da ortak dilin sinema olduğu
bir platformda, ödül töreninde yabancı dil ödüllendirmesi neden yapılır?
“Aslında
yabancı dilde filmler tüm dünyada çekiliyor, tabii ki Amerika hariç. Sadece
Amerika’da yabancı dilde olmayan filmler yapılıyor.” cümleleriyle devam edelim.
Amerikan sinema endüstrisi, Hollywood, dünya pazarının büyük kısmını elinde
tutmaktadır. (haftada kaç Amerikan filminin vizyonumuza konuk olduğuna bakmak
fikir verecektir) Durum böyle olunca Amerikan Sineması’nın, dilini evrensel dil
ilan etmesi kaçınılmazdır. (İngilizce’nin dayatmacı tavrı benzeri) Diğer ülke
sinemaları da olanı biteni kabullenmektedir. Kazıdıkça altından sinema dışında
ne varsa çıkan bir tablodur karşımızdaki. Aslında geçmişe bakınca, bazı ülkeler
Hollywood baskısına karşı önlem almaya çalışmıştır. Dillerini korumak için.
Yabancılaşmamak için. Amerika’nın kültür kapitalizmine, Amerikanvari yaşamı
doğrulaştırmasına, normalleştirmesine çözüm üretmek için.
Hollywood
egemenliğinden çıkış arayanlar, sinemalarına kota uygulamasını getirmiştir.
Uygulama, vizyona giren her Hollywood yapımı karşılığında kendi ülke
filmlerinin bir veya birkaçının oynatılması esasına dayanır. Yani aslında
dağıtımcıları, sinema işletmecilerini kapsar. Kapsamı dar gibi düşünülebilir.
Seyircidir nihayetinde karar verecek olan. Lakin onlara seçim şansı
tanınmıştır. On salondan dokuzunda Hollywood imalatı filmlerin yer alması
seyirciye seçim şansı bırakmaz. Bir müddet iyi gider uygulama. Sonrasında ise
yabancı olmayan dil yeniden kazanır.
Acaba
“Yabancı Dil” kıyısından köşesinden gizli bir baskıyı da taşımıyor mu? Diğer
ülke sinemaları, öteki ülke sinemaları, yabancı ülke sinemaları... Neden,
diğerleşmek, ötekileşmek, yabancılaşmak zorundalar? Halbuki hiçbiri sinemasal
dile, yani odak noktasındaki dile yabancı değiller. İki binli yılların başından itibaren (bazı önemli
filmleri saymazsak) yaratım krizine giren, olmayacak hamlelere başvuran
(yeniden çevrimler, adaptasyonlar...) Hollywood neden böyle davranmaktadır?
Senenin
oscarlarına bakarsak birkaç ipucu elde edebiliriz. Herkesin ağzına bir parmak
bal çalmak biçiminde geçen ödül töreninin galibi; Operasyon: Argo filmi oldu.
Film İran devriminde yaşanan CIA operasyonu konu ediniyor. Bir rehine kurtarma
operasyonu. Yarışan ve fazlaca konuşulan diğer bir film ise Zero Dark
Thirty. Bin Ladin’in yakalanma sürecine
odaklanan yapım. İki filme bakınca, politik düzlemde de şartlarına uymayan
herkesi dünyaya yabancılaştırma girişimindeki bir ülkenin, sinemada da oyunu
aynı taktikle oynaması gayet normal gibi.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder