23 Eylül 2013 Pazartesi

Sadece Lou'nun Köşedeki Yeri

Sadece Lou’nun köşedeki yeri sinek avlıyordu. Şu salı akşamları müdavimi olduğum, Kızıl Nehir Sokağı’nın (o puşt sokağın nehirle yakından uzaktan ilgisi yok, hatta oraya yağmur düştüğü bile nadirdir), Mavi Rüya Caddesi ile (rüyaların rengi hakkında uzun araştırmalar yapmama rağmen hâlâ konuyla alakalı atıp tutacak resim bilgisine sahip değilim, belki Gogh yapabilirdi, tam kulağını kestiği an) kesiştiği köşedeki virane mekandan bahsediyorum.

Aylak adamların, dudaklarına kent sürülmüş kadınların bile uğramaya tenezzül etmediği Siyam Balığı sözünü ettiğim. Hatırladınız mı? Bazılarınız hatırlamıştır. Az sonra anlatacaklarımı bilenleriniz. Diğerleri ise Siyam Balığı’nın (lanet balığın adı bir bara uygun değil, bir balığa da uygun değil. Çağrışım yapmıyor, siyah beyaz bir filmin birkaç sahnesi hariç) varlığından bile haberdar değilsiniz muhtemelen.

Sadece Lou’nun sağ yanağındaki çıban, sol omzundaki iri ben, bakışlarındaki bönlük, yürürken yaptığı sakarlıklar, ufak bir kalp kırığı, örümcek ağı örtülü bazı hatıralar, üç ayaklı taburesinin bir ayağının kırıldı kırılacak hali dışında sorunu Siyam Balığı’nın geleceğine dair vizyonsuzluğuydu. Sadece Lou’nun kafası daima şairlik veya öykücülükle meşguldü. Siyam Balığı geçici bir işti. Geçici işlere verilen ehemmiyet derecesinde ilgileniliyordu. Sadece Lou ise farkında değildi ama o sadece Sadece Lou idi. Yani, demek istediğim ne Hemingway’e benzer cesur bir isme sahipti, ne T.S Eliot misali cakalı bir kısaltmaya, ne de Sylvia Plath gibi bir intihar düşüncesine (Sadece Lou’nun aksine, ismini, cismini, göbek deliğinin yakınındaki doğum lekesinin şeklini saklı tutmam gereken bir hanım arkadaşım, otuz yaşına bastığı gün intihar edeceğini belirtmişti. Kendini metro raylarına bırakacaktı. Şimdilerde yirmi altı buçuğuncu yaşını sürdürüyor) sahipti. Sadece Lou’nun edebiyatçılığını ilerletme çabasındaki yegane dostu uzun, kahverengi, yedi cepli mevsimlik (Hangi mevsim umrumuzda mı?) pardösüsüydü bir zamanlar. Onu da ufak kalp kırığını onarırken harcamak üzere yine ufak bir ücret karşılığında rehin bırakmıştı.

O ruhsuz edebi manyak sorunlarıyla boğuşadursun, ben her salı akşamı içim acıyarak Siyam Balığı’na hayıflanıyordum. Beş masalı, arka kapısı cinnete açılan, dans pistinin parkeleri kırık dökük, iki ufak penceresi de olmasa penceresiz, havasız, loş, yorgun, küfürbaz, insana ciklet yapışkanlığında sarılabilecek bu harika mekan ölmek üzere bir yaşayan, yaşamaya çabalayan bir ölüydü. Neden kimse gelmiyordu, neden? (Tabii bendenizi, Sadece Lou’yu, Timothy’i, Mary’i, Brian King’i -yani çalışanları ben ve Siyam Balığı çalışanları- saymazsak) Aslında mekanın sorunlarını tespit etmiştim. (Yararlandığım kaynaklar: Bir Barın Kapanma Tehlikesine Karşın Güldürü Sanatı, Boris Vian’ın her eseri, Üniversite Kütüphanelerinden Kurtulup Gidilebilecek Mekanlar) Bir sigara verirseniz tespit ettiklerimi sizinle de paylaşabilirim.

Teşekkürler. Siyam Balığı üzerine konuşmak bir onurdur.

Öncelikle Siyam Balığı’nın yiyecek içecek menüsü (Menünün Yunanca kökenli olduğu üzerine teorim çürümekte) hayli zayıftı. İçecekler de tek marka bira, ucuzun ucuzu iki üç şarap çeşidi, sizi ya zombiye dönüştürecek ya da zombilerin önüne atacak bozuk votkalardan ibaretti. Yiyecekler ise soslu, kaşar dilimli, bilmem ne otlu köfteye muhtaçtı. Kalan yiyecekler bir halta yaramazdı. Köftenin akıbeti de pek iç açıcı olmamıştı.

Soslu, kaşar dilimli, bilmem ne otlu köfteye tarif kardeşi kör bir tesisatçı olan Dokuz Buçuk Timothy (Tim’in her gece dokuz buçukta tükettiği biralara boşaltım emrini vermesinden kalma lakabı) ile yaka kartında Mary yazan, üzerimizde bıraktığı uyuşturucu etkisiyle asıl ismini Maryuana sandığımız kıza aitti.

Mary Timothy ikilisi çilekli pastayla mutluluğu buldukları ateşli bir Cumartesi gecesinin sabahında sağlam bir kavgaya (Kavga Tim’in getirdiği çilekli pastanın saatler sonra, muzlu olduğunun anlaşılmasıyla gelişmişti) tutuşmuşlardı. Tutuştukları kavga, Maryuana’nın Tim’e kafa atmasıyla (Hakikaten asabi kadındı Mary, Sadece Lou’ya bile vurmuştu) son bulmuştu. İki tarafın da beyinlerinin, hafıza bölümlerinin, köfte kısımları etkilenmiş, ortak tarif ortaklarca unutulmuştu. Kriminal Izgaracılar Derneği vakayı sivillerin elinden almıştı. Tim’in de morali çökmüştü. (Timothy’nin çöküşünün diğer nedenleri: Tim’in kardeşinin durduramadığı musluk suyunda boğulma tehlikesi atlatması. Basketbol liginde yapılan şike soruşturmasıyla bahis oynamanın yasaklanması)

Bir de Siyam Balığı sıradan, standart bir barla dahi kıyaslanamayacak düzeyde kötü müzik çalıyordu. Kötü müzik, Pandora’nın kutusundan son çıkan felakettir. Tüm berbat gidişatların sorumlusudur. (Kentlerde durum değişir, onların asıl sorunu müziksizlik) On büyük günahın on birincisidir.

Oysa ki, Sadece Lou gayret etse Brian King’le (Sağlam dostum, vurmalı trompetin, üflemeli baterinin mucidi) çalışabilirdi. King ondan sadece işe başlarken yeni bir gitar almasını rica etmişti. Prensip meselesiydi King’in ricası, yoksa parasızlıktan değil. Kaldı ki, deli adam, kısa boylu tombul siyahi, kısık gözlü, dar nefesli, geniş perdeli, çok akorlu Brian King ruhunu müziğe satmıştı. Maddi kazanç aklının ucundan geçmiyordu.

Kötü müzik, kötü yemek, kötü içki... Siyam Balığı’nın yalnızlığı Sadece Lou bir yalan otomatını dans pistinin yakınına koyana dek sürecekti.

Sadece Lou yanında büyük, ağır yüküyle bir salı sabahı erkenden Siyam Balığı’na damladı. Adeti değildi, bir terslik olmalıydı. O saatlerde asla gelmezdi Sadece Lou (Siyam Balığı’nı salıları ben açardım). Yüzündeki şairane olmayan memnuniyet ifadesiyle sırdaşını bize tanıttı.

“Bu,” dedi. “Bu kurtuluşumuz. Siyam Balığı’nı balıkların kralı yapacak şey.” heyecanlıydı Sadece Lou.
Mary’den dört çeyreklik istedi. İlk çeyrekliği otomata attı. Ardından, makineden bir ses yükseldi.

“Seni gördüğüme sevindim,” bir kadın sesiydi konuşan (Para atan kadınsa, yalanları bir erkek sesi sıralıyordu, öğrenecektik).

İkinci çeyreklik,

“Muhteşem görünüyorsun.”

Beni işaret etti Sadece Lou. “Hadi dene ahbap,” diye mırıldandı.
           
Denedim.
           
“İyi ki yanımdasın”
           
Harika bir histi. Kimse asla bana, iyi ki yanımdasın dememişti. Üstelik bir kadındı bunu söyleyen (annem tersini söylerdi, iyi ki yanındayım, ben olmasaydım sen şimdi...) Düpedüz yalandı, yalandı yalan olmasına ama inanıyordum söylediklerine. Samimi geliyordu. Sesi titriyordu.
           
Son çeyrekliği de Tim kullandı.
           
“Senin için çok sevindim.”

Talih perisi (Peri Anatomisi isimli tıp kitabını siparişini verdim) yukarıda vurulup Siyam Balığı’na düşmüştü.
Sadece Lou gündelik dilden, günlük yaşamdan alıntı beş bin yalananın kayıtlı olduğu otomatı bit pazarından ucuza almıştı. Çalışabileceğinden emin değilmiş. Siyam Balığı’na getirmeden evvel denemiş. Bayılmış... Bit pazarından çıkarken kel bir çingene ona küfürler savurmuş.  Sadece Lou bana, çingenin otomatın peşinde olduğunu söylemişti.

Otomatı duyan insanlar, tek tük, grup grup, akın akın Siyam Balığı’nı dolduruyordu. Herkes yalanların hipnotik etkisi altındaydı. İnsanlar, otomattan bir şeyler duydukça kendilerini iyi hissediyordu. Üst üste iyi gelen cümleler söyleniyordu onlara. Normalde gün içerisinde eğer kaderiniz izin verirse üç beş tanesini işitebilirdiniz. Karşılığında bir çeyrekliğin (Bazıları otomatı fazladan meşgul ettiklerinden Sadece Lou, bir gün içinde bir kişiye on tane yalan kısıtlaması getirdi) lafı mı olurdu.

Siyam Balığı da kendine çekidüzen verdi. Menüler iyileştirildi. Brian King haftanın beş günü müzik yapmaya başladı. Sadece Lou edebiyatı bıraktı. Timothy, Maryuana ile evlenmek üzere. Ben cuma, cumartesi, pazar da mekanın müdavimi oldum. Hatta bir Siyam Balığı rozetim de var (Otomatla ilişkim, dört günde toplam on altık çeyrek şeklinde).

Herkes bizi konuşuyordu. Röportajlar, televizyon kanallarına canlı yayınlar.

Otomatı herkes kullanıyordu, herkes.

(Herkes yalanları içten içe hissediyor lakin doğruluklarını kabul ediyorlardı) Politikacılar, “Sana güveniyorum.”

Şarkıcılar, “Sen olmasan müzik asla yürümez”

Herkes, yalana ihtiyacı olan herkes, doğrudan uzaklaşma çabasındaki herkes otomata tapıyordu.

Talih perisi sağlığına kavuşup, göğe doğru uçtuktan sonra (Aldığım anatomi kitabına göre vurulan bir perinin eski haline dönme süresi dört aydı, otomatı dört ay önce Siyam Balığı’na getirmişti Sadece Lou.) aksilikler Siyam Balığı’nı sardı.

Otomat bozuldu, Sadece Lou onu bir tamirciye götürdü. Geri getirdiğinde onu denedik. Lou, Tim’den (Artık Maryuana’yla evli olduklarına göre mantıklı) dört çeyreklik istedi.

İlk çeyrekliği otomata attı. Ardından, makineden bir ses yükseldi.

“Kabiliyetsiz edebiyatçının tekisin, defol buradan.”

Sadece Lou sakince ikinci çeyrekliği kullandı.

“Şu görüntüne bir bak, berbat haldesin. Burası senden iyisini hak ediyor.”

Beni işaret etti Sadece Lou. “Hadi dene ahbap,” diye mırıldandı.

Denedim.

“İyi ki yanımdasın.”

Sadece Lou sevinmişti. Otomatı orada bıraktı. Tersliğin çözüldüğünü düşündü (Sadece Lou bana benzemezdi, tersliklerin çorap söküğü gibi geldiğini, genellikle düzelmediğini başka tersliklere boğulduğunu bilmiyordu.”

Otomat tamir edilememişti. Artık dilediğince, içinden geldiği gibi konuşuyordu.

“Aslında evliliğin boktan, onu parası için seviyorsun.”

“Yükselme hırsın seni bitirecek”

“Samimi değilsin.”

“Seninle konuşmaktan nefret ediyorum”

Otomat tuhaflaşmıştı, (En tuhafı da söylediklerinin gerçek olmasıydı, otomat gerçekleri nasıl biliyordu, insanların ruhana nasıl yaklaşabiliyordu) insanlar ondan tiksiniyordu. Onu tekmelediler, sopalarla paramparça ettiler, nihayetinde de Kızıl Nehir Sokağı’nda yaktılar.

Siyam Balığı da kendini salıverdi. Menüler berbatlaştı (Bozuk biradan bir politikacı zehirlendi), Brian King’in gitarı kırıldı, çalmayı bıraktı (Sadece Lou bir gitarın yettiğini düşünmüş olmalıydı), Tim Mary’den ayrıldı, Mary Tim’in burnunu kırdı, ben de salı müdavimliğine geriledim, rozetim alındı.

Bir anda parlayan Siyam Balığı bir anda söndü. Medya karalama kampanyaları hazırladı. Sadece Lou katlanamadı, benden borç isteyip pardösüsünü rehinciden aldı. Siyam Balığı’nı bana devretti. Yalansız bir sözcükle sonlanan bir şiir yazma isteğiyle gitti (Yalansız sözcüğü arayacağı uzun bir yolculuk planlıyordu)
Ben ve Mary kalmıştık. Yine de burayı, Siyam Balığı’nı adam etmeye karar verdik.

Bir sabah yolum bit pazarına düştü. Siyam Balığı’nı yeniden açmamıza iki ay kalmıştı. Ona rastladım. Yalan otomatına. Cebimdeki son çeyrekliğe başvurdum. Eve yürümek zorunda kalacaktım, birkaç kilometre kadar.
Çeyrekliği otomata attım.

“İyi ki yanımdasın.”

Siyam Balığı’nı açarken tam takım oradaydık. Tim’le Maryuana barışmıştı. Brian King’e zor da olsa bir gitar alabilmiştim. Sadece Lou’nun adımıza imzaladığı şiir kitapları da elimize ulaşmıştı.
Sekiz on kadar müşterimiz vardı. Bit pazarından aldığım harika şeyin büyüsü altındaydılar, büyükçe bir pinball makinesi.

Siyam Balığı çatısı altında huzurluyduk, sadece barın kuytu bir kısmında ara sıra kahkalara boğulan çingene bizi tedirgin ediyordu.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder