Geçen hafta başladığımız medya
yazılarında ilk olarak gündem belirleme yaklaşımından bahsetmiştik. Kitle İletişim Kuramları kitabı
çerçevesinde yaklaşımının genel hatlarını tanımaya çalışmıştık. Bu hafta ise gündem
belirleme ile doğrudan ilintili suskunluk sarmalı kavramına değineceğiz.
“Medya tarafından ele alınan konular
toplumun egemen görüşünü yansıtır. Bunlara karşı çıkmak ve bunların aksi
görüşleri savunmak için insanlar yeterli gücü ve imkanı kendilerinde
bulamazlar. Medyada sunulan görüşe katılmayan pek çok izleyici, kendi
görüşlerini dile getirmekten kaçınmaktadır”1
Medyanın egemen görüşlerini
yansıtması ne demektir? Soruyu biraz daha açarsak, egemen görüşler kimlere
aittir? İktidara mı, sermayedarlara mı, topluma mı? Yoksa bizzat medyanın
kendisine mi?
Günlük okumalarımız, günlük
izlemelerimiz konuyla alakalı ipuçları taşıyor. Okuma oranları, izleme oranları
baz alındığında egemen görüşlere yaklaşabiliriz. Gazeteler, televizyonlar kendi
kurumsal kimliklerine, varsa kendi ideolojilerine yönelik haber yaparlar.
Bazıları daha yüksek tiraja, daha fazla reytinge ulaşır. Reytinglerden,
tirajlardan büyük payı alan medya araçlarının benzer ideolojileri, benzer
kurumsal kimlikleri paylaştıklarını varsayalım. Bu medya araçları - ki zaten
gündem belirleme yaklaşımıyla konuşacağımız konuları önem sırasına göre
belirlemişlerdi- çoğunluğu sağlayarak egemen görüşleri ortaya koymaktadırlar.
Tabii ki paranın rengiyle dönen bir
dünyada yaşıyoruz. Aynı zamanda denetçi, iktidar yanlısı, güç peşinde bir dünya
altımızdaki. Egemen görüşler de benzer eksenler etrafında şekilleniyor.
Günümüzde
güce giden önemli dönemeçlerden birisi bilgi akışını, gerçeği, haberleri
satranç taşları gibi kullanmak. Koşullara göre hamleleri yapmak. Tıpkı Sidney
Lumet’in 1976 tarihli filmi Network’de
(Şebeke) olduğu şekilde. Kovulması an meselesi haber spikerini bir medya
ilahına dönüştür, onu sömür, sonra da kenara at. Hamleler ne kadar da belirgin
öyle değil mi?
Günlük hayatımızda bizi saran medya
iletilerine dönelim. Biraz dikkatli bakıldığında satranç hamlelerini
gözlemleyebiliriz. Egemen yaklaşımlara yönelik çıkarımlar yapabiliriz.
Çıkarımlar üzerinden onlara karşı tutumlarımızı belirleyebiliriz. Kendi
görüşlerimizi sürdürmek, konuşmak veya susmak. Onların zihniyetiyle düşünmesek
bile çoğunluğa karşı fikirlerimizi dile getirmemek.
“Bu kuramın temelinde, insanların
toplumda egemen düşüncelere uyarak izole olmaktan ve toplumsal yaptırımlara
maruz kalmaktan kaçındığı fikri yatar. Suskunluk sarmalı kuramı beş varsayıma
dayanır (Noella Neuman, 1997: 227).
1. Sapkın bireyler, toplum
tarafından dışlanmakla tehdit edilir.
2. Bireyler sürekli olarak dışlanma
korkusu duyarlar.
3. Bu korku bireyin içinde bulunduğu
fikir ortamını değerlendirmesine yol açar.
4. Bu değerlendirme sonucunda
fikrini ya açıklar ya da gizler.
5. Bu dört varsayım bir arada ele
alındığında bunlar kamuoyunun oluşmasında, sürdürülmesinde ve değişmesinde
etkilidir.” 2
Medya egemen yaklaşımlarla gizli bir
korku kültürü yaratır. Kullandığı korku dışlanma korkusudur. Bu sayede bireyin
asıl bakış açısını yansıtması engellenir. Zira birey toplumsallığının,
sosyalliğinin içgüdüsel olarak veya bilinçli olarak farkındadır. Toplumdan
izole yaşamak bizi ürkütür. Medyanın araçlarının asıl sessizleştirme yöntemi
egemen görüşler sayesinde insanı düşüncelerinde yalnız bırakmaktır. Böylece
onun da egemen görüşlere katılmasını, katılmadığı noktada susmasını amaçlar. Böylece,
susarak uyum sağlarız. Egemen görüşlere yönelik tutumlar geliştiririz. Belki de
giderek egemen görüşleri benimseriz. Susarak geçirdiğimiz zaman dilimi bizi
şekillendirebilir.
Aslında yalnız değilizdir.
Birey azınlıkta kalsa da tamamen yalnız olmayabileceğini anlamalıdır. Medyanın
tüm görüşlere, yorumlara alan bırakmadığını bilmelidir. Görüşlerini kendi
düşünsel yaklaşımına göre belirlemelidir.
.
“ ... birey kendi görüşlerinin ve fikirlerinin
daha az geçerli olduğu düşüncesine kapılırsa dışlanma korkusuyla kendi fikrini
açıklamaktan kaçınacaktır.
Bunun aksine eğer birey kendi
fikrinin toplumda egemen görüş olduğunu görürse kendi fikrini daha rahat
açıklayacaktır. Birey sessiz kaldığı zaman bireyin yakın çevresi de sessiz
kalacaktır. Böyle aykırı fikirleri savunan insanlar ister istemez marjinalize
olacaklardır ve egemen görüş egemenliğini iyice pekiştirecektir.” 3
Egemen görüşlere katılmamalarına
rağmen susan bireyler üzerinde konuştuk. Peki sesimizi çıkarır, düşüncelerimizi
savunursak ne olur? Aykırı düşünce savunucuları, marjinaller etiketleriyle
karşılanırız. Kolay değil, genel görüşlere karşı çıkmaktayız. Uzlaşmamaktayız.
Üstelik karşı çıktığımız görüş medyada sıklıkla iletilmekte. Medyadaki
yankısına bakılırsa mantıklı, doğru, gerçek olmalı. Bizim yaptığımız normal
değil. Alman psikolog ve psikanalist Arno
Gruen ise tam tersini söyler Normalliğin
Deliliği kitabında. Gruen’e göre hakim düşüncelerle uzlaşmamak, karşı
çıkmak ilgisi olmamasına rağmen delilik addedilebilir. Bana göre de adı geçen
delilik, toplumun korunmasını istediği görüşlerinin, iktidarın uzlaşılmasını
istediği yaptırımların, fikirlerin savunma mekanizmasıdır.
Nihayetinde egemen görüşlerin
karşısında sessizliği kırmak bizlere kalıyor. Zor ama imkansız değil...
1 Levent YAYLAGÜL, Kitle İletişim Kuramları: Egemen ve Eleştirel Yaklaşımlar,
3.Baskı, Ankara, 2010, s: 80
2 Levent YAYLAGÜL, Kitle İletişim Kuramları: Egemen ve Eleştirel Yaklaşımlar,
3.Baskı, Ankara, 2010, s: 81
3 Levent YAYLAGÜL, Kitle İletişim Kuramları: Egemen ve Eleştirel Yaklaşımlar,
3.Baskı, Ankara, 2010, s: 82
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder