İki numara örgü şişi, iki adet... Tamam.
Martin Mystere çizgi romanı, bir cilt... Burada. Üç paket bisküvi, üç
şişe ufak su... İşte. On lira doldurulmuş öğrenci pasosu... Pasom,
pasom... Buldum. Bir adet çakma Ray Ban güneş gözlüğü... (orjinalinden
ayırt etmek neredeyse imkansız) O da yanımda. Hepsi hazır. Artık
operasyon gerçekleşebilir. 'Anneannemi Kurtarma Operasyonu'
Her
şey bir öğleden sonrası başladı. Anneannemle evde yalnızdık. O kalorifer
peteğine sırtını dayamış en sevdiği diziyi izliyordu. Yedi Düvenin
Rengi mi ne, öyle bir ismi vardı. Ben ise okuldan dönüşümü kutlamak için
çekyatta uyuyakalmıştım. Uyandığımda gördüklerim suratıma çarpan soğuk
su etkisi yarattı. (nerde okudum bunu) Sedat ölmüştü. Anneannem
ortalıkta yoktu. Kalorifer peteğinden kan sızıyordu. Kaç saat uyumuştum?
Ya da gürültülere neden uyanmamıştım? Bilmiyorum... Bildiğim;
anneannemin başının dertte olduğuydu. Onu derhal kurtarmalıydım. (önce
sözlükten derhal kelimesinin anlamına bakmalıyım)
Harekete geçmem
uzun sürmedi. Hiç kurtarma operasyonuna katılmamıştım. Bu nedenle
teçhizatımı kendim belirledim. Hazırlığımı yaptım. Sırt çantamı özenle
kapattım. Otobüs terminaline gitmeye karar verdim. Neticede her yere
otobüsle gidilebilen bir dünyada yaşıyordum. Üstelik, terminaldekilerin
anneannemin nerede olduğunu bileceklerini tahmin ediyordum. Anneme veya
babama haber verme ihtiyacı duymadan evden çıktım.
Annem ben
kendimi bildim bileli çalışır. Ne iş yaptığını asla öğrenemedim. Soracak
vakit yoktu. Eve yorgun argın geliyordu annem, daima. Sabahın ilk
ışıklarıyla da evden çıkıyordu. Arada kalan kısa zaman dilimlerini
Tibet'te ettiği sessizlik yeminine bağışlıyordu. Babam da, o da hep
çalışır. Bir sirkte aslan terbiyeciliği yapar. Ayrıca annemin sessizlik
yeminin sadık dinleyicisidir. Yani, benim dışımda.
İkisinin de
uzlaşmacı tavrı sayesinde anneannemin elinde büyüdüm. Çocukluğum onun
yanında geçti. Direnmeyi ondan öğrendim. Kendi doğrularımı aramayı ve
bulmayı. Sevmeyi, sevmek uğruna mücadele etmeyi. Lafını sakınmamayı.
Şimdi vefa borcumu ödemeliydim. Sedat'ı öldürmüş olması zerre
etkilememişti beni. Asıl düşündüğüm, cinayetin suç olduğuydu. Nerede,
nasıl olursa olsun. Anneannemi kimseye bırakmaya niyetim yoktu.
Savaşacaktım.
Terminale geldiğimde doğruca hareket amirliğine
gidiyorum. Anneannemi soruyorum. Bana Fatma Teyze'nin torunu olup
olmadığımı soruyorlar. Evet, diye cevap veriyorum. 101T'ye binmemi
söylüyorlar. Son durakta inecekmişim.
Otobüse yürürken,
anneannemi kaybettiğimi sandığım gün aklıma geliyor. Bit Pazarı'nda...
Kaosun ortasında yalnız kalışım. Ağlayaşım. Yabancı insanların üstüme
doğru gelişleri, anneannemi tanımıyor olma terbiyesizlikleri. Sonra
anneannemin gür sesiyle bana bağırması. Yakınlardaki bir ağaca tırmanıp
beni bulması. Önce sağlam bir tokat, sonra sıkı bir sarılma anı...
Giderken ısmarladığı yarım ekmek döner. İçinde hiçbir şey olmasına
karşılık gelen döner de mi olmasın suali. Sinirlenmem, anneannemin
kahkahayı bırakması.
Otobüse biniyorum. Kalkmasına on dakika var.
Martin Mystere okuyorum biraz. Sonra Turgut Uyar'ın Göğe Bakma Durağı
düşüyor aklıma. Yüksek sesle okuyorum. Otobüstekiler söylene söylene
bana bakıyor. Ben göğe bakıyorum. Otobüs hareket ediyor.
Son
durağa kadar otobüs boşalıyor. Son durakta sadece ben iniyorum.
Karşımdaki büyük binaya yöneliyorum. Kapıdaki güvenlik görevlisi beni
durduruyor. Kim olduğumu söylememi istiyor. Anneannemin torunuyum,
cevabını alınca bana bir ziyaretçi kartı veriyor. İçeri buyur ediyor.
Beni bekliyorlarmış zaten. Hatta daha erken gelebilirmişim.
Dünyadaki
tüm televizyonların arasından geçiyoruz. Bina tamamen televizyonlarla,
uydu cihazlarıyla, reyting aletleriyle, uzaktan kumandalarla kaplı.
Güvenlik şaşkınlığımı tebessümle karşılıyor. Birlikte asansöre
biniyoruz. Zemin katta dar bir koridordayız. Adam ilerdeki 'Girilmez'
yazılı sevimsiz kapıyı işaret ediyor. İnanamıyorum. Heyecandan midem
bulanıyor. Üstümü başımı düzeltiyorum. Aynı esnada adam asansöre binip
yukarı çıkıyor. İlk defa girilmez yazılı bir kapıdan gireceğim.
Sırt
çantamı veya beni aramak aklının ucundan bile geçmedi. Dangalak... On
üç yaşındaki yetişkin bir erkeği yabana atamazsınız. Hemen iki numara
örgü şişlerini çıkarıyorum. Bir yudum su içiyorum. İki bisküvi atıyorum
ağzıma. Çantamı koridorda bırakıp kapıya koşmaya başlıyorum. Özgürlük
diye haykırıyorum.
Kapıdan girer girmez iki ayıcık beni
kollarımdan tutup havaya kaldırıyor. Pek sevimliler. Bir örnek
giyinmişler. Bir ses, sessizliği yırtıyor: 'Bırakın torunumu deyyuslar.'
Anneannem, nihayet...
Beni de onun yanına oturtuyorlar. Karşımızda yetmiş iki ekran bir televizyon var. Tüplü...
Anneanneme
onu kurtaracağımı söylüyorum. Biliyorum, diyor. Yorgun belli ki. Yoksa
bana dağ rüzgarlı bir masal anlatırdı veya kekik kokulu bir türkü
çığırırdı. Zaman, mekan dinlemeden. İçinde bulunduğumuz durumu
önemsemeden.
Karşımızdaki televizyon açılıyor. Siyah beyaz
karınca kanalı, hışırtı... Hışırtı kesiliyor., televizyon konuşmaya
başlıyor. Bizimle... Anneannemin Sedat'ı öldürmesinden söz ediyor. Ben
zaten emindim, nasıl yaptığını bilmesem de, anneannemin Sedat'a duyduğu
nefreti hissediyordum. Yine de nasıl yaptığını soruyorum. Meraktan:
'Bilmiyorum...' diye fısıldıyor anneannem. Ayılar bizi kesiyor...
'Bilmiyorum
torun, gene dizi mi ne boktur onu izliyom. Hayın Sedat baktım Leyla'yı
öldürecek. Leyla'ya dediydim o kadar, gitme buluşmaya şırfıntı.
Dinlemedi. Ölecen dediydim, dinlemedi. Sedat tam silahını çekti,
kurşunun ters dönsün iblis diye söylendim. Sedat tetiğe asıldı, kendi
vuruldu. Leyla baktı bana; 'Fatma Teyze ne yaptın?' dedi, nankör. Sonra
deyyuslar girdi içeri. Birini hallettiydim de, ötesine yetmedi gücüm.'
Televizyon
insanların anneannem sayesinde galeyana geldiklerini söyledi. Dizilere
lanet ediyorlarmış. Kötü karakterleri ortadan kaldırmaya
çalışıyorlarmış. İnsanlığın sonuymuş bu. Reytingler aniden düşmüş. Kimse
dizi aralarına reklam vermez olmuş. Çöküş dönemine girmişiz, bunu da
sadece anneannem engelleyebilirmiş. Yaptığının suç olduğunu kabullenip,
özür dileyecek, hapse girecekmiş.
Gülmemek için kendimi zor
tuttum. Yanımdaki kırmızı tuşu gördüm. 'Asla Basmayınız' yazıyordu. Asla
basılmayacak bir tuş. Oldukça işlevsel. On üç yaşında yetişkin bir
erkeği bir türlü anlayamadınız. Biz girilmez kapılarından girmek için,
basılmaz tuşlarına basmak için varız. Tuşa basar basmaz televizyon
sustu. Tüm televizyonlar aynı anda bozulmuş. Tabii o an fişe takılı
olup, çalışıyor olanlar. Geri kalanlar da bilinmez diyarlara göç etti.
İnsanlardan bazıları onları avlamaya devam ediyor. Bize kol kanat geren
iki ayı da arkalarına bakmadan kaçtı.
Annem mecburen işi bıraktı.
Meğer televizyonda program yapımcısı olarak çalışıyormuş. İş arıyor.
Radyo var desem de dinlemedi beni. Bana ve anneanneme çok kızgın.
Anneannem de iki numara örgü şişlerini arayıp duruyor. Biliyorum nerede
olduklarını ama söylemeye hiç niyetim yok.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder