“Sinan, Timur’u gördün mü?” diyerek içeri girdi
Ahmet. Daracık ofiste iki kişiydiler şimdi.
Sinan uğraştığı belgeleri bırakarak ofis kapısında
duran Ahmet’e döndü. Açıkçası Timur’un nerede olduğunu bilmiyordu. Yine de
soruyu doğrudan cevaplamaya niyeti yoktu. Altı saattir sıkıntıdan patlıyordu.
İşe gelmenin, çalışmanın en iyi yanı eve dönmeyi beklemektir. Tabii süreyi,
olabildiğince az öfke ve sıkıntı yaralarıyla atlatmak gerekir. Biriyle konuşma
ihtiyacını, hatta günlük saçmalama kotasını doldurmalıydı Sinan. Tüm bunları
evde yapamıyordu. Karısını konuşulmayacak kadar çok seviyor, konuşmaya
çalışmayacak kadar nefret ediyordu.
“Ne yapacaksın Timur’u?”
Ahmet hala ofisin kapısındaydı. İçeri girmekle alakalı
büyük problemleri vardı. Rüyalarını kabusa çeviren problemler. Dünyanın en
güzel kapısından girmesi mümkün olsa, o kapıda beklerdi. Dünyada iki çeşit
insan tipi vardı Ahmet’e görenler. Taş çatlasa üç. Kapıda bekleyenler, çoktan
kapıdan girmiş olanlar, bir de kapı ustaları.
“Sana ne...” diye geçirdi içinden. Sinir oluyordu
Sinan’a. Tıpkı kendisinden az çalıp çok kazanan herkese olduğu gibi. Sinan
gibiler dünyaya tenis kursuna yazılmak için gelirdi. Kursa yazılır, pahalı bir
raket alır, önlerine gelene savururlardı.
“Birkaç fotokopi vardı da çekilmesi gereken.”
“Sen halledemiyor musun?” diye sordu Sinan.
İkisi de yerlerinden bir an kıpırdamamıştı.
Ahmet biraz daha orada dursa Sinan’ı soru
işaretleriyle boğup öldürebilirdi. Polisler geldiğinde, cinayetin ufak bir
noktalama hatasından kaynaklandığını belirtebilirdi. Bir de mümkünse TDK
hapishanelerinde yatmak istediğini...
“Neyse abi boş ver.” Ahmet ofisten çıkmak için (ki
ofise girmemişti zaten) döndüğünde Aysun’a çarptı. Aşık olduğu Aysun’a...
Sinan’a aşık olan Aysun’a...
“Özür dilerim Ahmet Bey.”
“Kardeşim üç saatte bir kimlik fotokopisini
ayarlayamadınız.” Haykırdım kesik kesik öksürerek. Emeklilik de, maaşı da
batsın. Üç kuruş için gördüğümüz muameleye bak. Ah anacağızım, tutturmasaydın
memur ol diye. Hoş, memur olmasam ne olacaktı. Yazarlık peşinde sürünecektim
büyük ihtimal. Belki sürünmezdim, başarırdım. İstediğim hayata kavuşurdum. İyi
kötü sıcak bir lokma geçti boğazımdan memuriyet sayesinde. Ya yazar
olabilseydim, denemedim bile. İyidir memurluk iyi. Devlet kapısı hiç değilse.
Geliş gidiş saatin belli, ücretin garanti. Eskiden şiir bile yazmıştım. Bir
kadına üstelik. Memurluk olmasa evlenemezdim. Sevmedim ama evlendim. Çoluk
çocuğum da olmadı. Neyse...
Kırtasiye tıklım tıklımdı. Dayanamadım çıktım.
Köşede duran simitçiden simit aldım. Fotokopici çocuk gelmemişmiş efendim.
Kimse de fotokopi çekmeyi bilmiyormuşmuş. Üstelik fotokopi cihazının kullanma
kılavuzu da aniden ortadan kaybolmuşmuş. Hala çocuğa da ulaşmaya
çabalıyorlarmışmış. Biraz sabır gerekirmişmiş. Kaç senedir sabrediyorum zaten
emeklilik için.
Güneş tam tepeme vuruyordu. Nefes almam güçleşti
aniden. Sol kolum, göğsüme doğru iyice ağrıdı. Gözlerim karardı. Simit ne
güzel, taze taze.
Anahtarlarını ikinci defa düşürdü. Ardından nihayet
kapıyı açabildi. Salondan, televizyon sesi geliyordu. Annesi evdeydi demek.
Çantasını bir köşeye bıraktı. Okul kötü geçmişti.
Manken olmak istediğini belirttiğinde, neden böyle gülmüşlerdi? Bir sınıf
arkadaşı fena dalga geçmişti. Tamam normal mankenlerden olmak istemiyordu. Şu
vitrinlerde duran cansız mankenlerden olmak istiyordu. Ne yapacağını da
bilmiyordu. Hangi üniversiteye gitmeliydi. Ancak hayalindeki meslek kesinlikle
buydu. Cansız manken olmalıydı. Bunun için doğmuştu. Bütün gün büyük bir
vitrinin arkasında duracaktı. İnsanlar onu seyredecekti.
Salona girdi. Annesi pirinç ayıklıyordu. Onun yanına
oturdu. Konuşmadılar. Annesi, babası gittiğinden beri böyleydi. Sadece musakka
yaptığında konuşuyor, nasıl olduğunu soruyordu. Musakka, babasının en sevdiği yemekti.
Televizyonda bir son dakika gelişmesi vardı. O sıra iptal edilen sınavını düşünüyordu kız. Fotokopi çekememişler. Ertelenmiş
sınav (aslında o halledebilirdi fakat sınavdan kaytarmak cazip gelmişti) Hangi gün olduğunu söylemediler. Fotokopi çekememek ona komik
gelmişti. En azından, cansız manken olmak isteyen bir kızdan daha komik.
Haberlere yoğunlaştı;
“Dünyadaki tüm fotokopiciler ortadan kayboldu.
Yazılı belgelerle yapılan çoğu iş durdu. Dünya yeni bir krizin eşiğinde. Bugün,
Birleşmiş Milletler ile Avrupa Fotokopiciler Birliği toplanacak. Alınabilecek
acil önlemler hakkında bir görüşme yapacaklar. Ancak fotokopi çekebilecek
kimsenin kalmadığından şüpheleniliyor.”
Kız aniden ayağa kalktı. “Korkmayın, ben varım. Ben
biliyorum fotokopi çekmeyi.”
Annesi pirinçlerin arasında yeni bir taş buldu. Onu
da kenara ayırdı.
“Hükümeti aramalıyım.” diye düşündü kız.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder