Çemberin
merkezinden uzak... Bardağın boş tarafı... Evlerin ufak odaları... Kalemin
yazamadığı kelamlar... Göğün yırtıldığı an... Kimsesizlik... Nahoş...
Sulhi...
Sulhi için kaybetmek kazanmaktan mühimdir. Otuzlu yaşlarında, boylu poslu,
annesi şiir, babası masal, kardeşi günce Sulhi. Kendisi yarım yamalak bir roman
Sulhi... Ona göre kaybetmek; cayılmaz bir erdem. Kaybetmek ve sonrası, kazanmak
ve sonrasından fazlasını verir insana.
"Hayat
kaybetmeyi öğrenme sanatıdır."
Ahmet
Ümit'in bir kitabında okumuştu Sulhi. O gün anlamıştı, başarılı bir sanatçı
olduğunu.
Sabah
07:30
Sulhi
ha uyandı ha uyanacak. Uyanıyor... Uyandı. Biraz uyanmasından bahsedelim onun.
Sulhicik gece boyunca birkaç yüz defa uyanır. Aklından Aztekler geçer, Maya
takvimini koparadurur. Uyanır, Müzeyyen Abla yanındadır: "Benzemez kimse
sana." , benzemez tabii. Yine uyanır; sayıklar: "Ne olacak lan bu
Beşiktaş'ın hali." ve bilmem kaçıncı kez uyanır: "Kan var bütün
kelimelerin altında." , Cemal Usta, "Kan var Sulhi'nin tüm gecelerinin
altında, kan ki gölgesiyle örtmeye çalışır kırmızıyı Sulhi."
Nihayetinde,
gece boyu ani uyanma krizlerine giren kendisi değilmiş gibi, rahatça, sessiz
sakin uyanır Sulhi Efendi. Göz kapakaları aralanır, etrafı seyre başlar bir
çift zeytin siyahı göz. Yıllarca seyreyler etrafı, hayat Sulhi için, pencere
ardından izlenmesi gereken bir kıyamettir. Ne ortasına düşmeli, ne tamamen
kopmalı... Ölümü andırmayan bir intihar haleti ruhiyesi. Avlanamayan düş
avcılığı... Sulhi hep bu nedenlerle, örneğin bir çay bahçesine gittiğinde en
dıştaki masayı seçer oturmak için. Ardından, bir çift zeytin çekirdeğine
bürünen gözleriyle etrafı seyre dalar. Yıllarca...
Ama
yok... Sulhi’nin gece trenlerine binmeleri, plansız seyahatleri, kendinden
caymaları, iklim değişikleri; hepsi aslında terk edilmekten. Basit; iki artı
iki beş eder. Zira istemese de Sulhi tüm işlemlerin içindedir: “ Bir gece
habersiz gidebilirim.” deyip giden insanlar. Tuhafır ki Sulhi’den gelip
gidenler hep geceyi seçtiler. Annesi bir gece vakti diyar değiştirdi. Babası,
gece bekçisi olan babası, bir gece işten eve dönmedi. Aşk, kapıyı çarpıp çıktı
gecenin bir yarısı. Kardeşi kaldı, Sulhi kaldı... Doğrusu Sulhi’de kalmadı.
Tedavülden kalktı. Boşuna beklemeyin gelmez. İnsan bu kadar terk edilirse,
parçasını bulamazsınız. Hayır, kalmadı Sulhi.
Trajedi
herkese bahşedilen yarım ısırıklı bir günahtır. Sulhi’nin trajedisi ise “yalnızlık”
dürtüsüydü. Oysa yalnızlık, olsa olsa komedi olurdu. Bakınız Moliyer Sulhi
hakkında ne demiş; “Yalnız kalmak ya da kalmamak işte bütün mesele bu...”
(alıntı “Yalnızlık Budalası”) Ah Sulhi hata sende biraz da, insan her yalnız
kaldığında edebi naralar atar mı? Tıpkı ayna karşısında söylediğin; “Apansız
yalnız Sulhi.” naraları şeklinde.
Neyse
biz asıl anlatımıza dönelim. Tasvir bolluğundan, kelime israfından kaçınmak
gerek. Kaçınalım... Edebiyattan uzaklaşalım, sanki yaklaşmışız gibi. Hadise,
püf noktası, ana metin şu; ne kadar inanırsanız artık. Ben inandım, inandım ki
yazıyorum. Siz de inanmaya hazırsınız ki okuyorsunuz.
Sulhi
bir akşam, şiirlerden dünyaya dönmek için otobüs durağında beklemektedir.
Elbette şiirler ile dünya arasında da bir otobüs hattı mevcut.
Sulhi dalmış
beklerken, karanlıktan aydınlığa bir kadın vuku bulur. Kadın, Sulhi’nin okuduğu
en iyi kitaptan bir alıntıdır sanki. Ellerinde çeşit çeşit düğmeler vardır
kadının. Dünyanın düğüm, dünyanın düğme düzeni. Kader; (öhöm şöyle cakalı bir
cümle) dünyadaki düğmelerin ilmiğindedir. Düğmelerle iki insan pekala iliklenip
çözülebilir.
Sulhi kadının
farkına varınca, Sulhi düğmelerin farkına varınca, velhasıl Sulhi herhangi bir
şeyin farkına varınca…
Kadının ellerinden
kayar düğmeler, asfaltla buluşurlar. Gecedir, Sulhi edebiyatı terk eder.
Gecedir, Sulhi kendini terk eder, neden hep gecedir?
Hali hazırda Sulhi
kardeşiyle Istanbul’un meçhul sokaklarının birinde oturur. Kırklı yaşlarının
ortalarında bir tuhafiyecide işe başlayıp, düğme eşeleyeli çok olmuştur.
Cemal Erdem
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder